Öncelikle şu notu düşmem lazım: Bu yazıdan amacım okurlarıma neyi okuyup/seyredip neyi okumamaları/seyretmemeleri konusunda bilgiçlik taslamak veya buyurgan bir ukalalık yapmak değil; okuyup seyrettikleri medya ürünlerine bir ayna tutmak.
Hürriyet gazetesinin 20 Temmuz 1999’da attığı “Vay şerefsiz” manşeti döndü Hürriyet’i vurdu demek ne kadar mümkün? Buradan hareketle Hürriyet’in genlerine sinmiş provokasyonlarda elimine bazı başlıkların ışığında bu provokatif ifade de yerini bulmuş, yankılanmış ve Hürriyet’in şerefsizlikle yaftaladığı Ahmet Kaya, karşılaştığı -dozu giderek artan- linç girişimlerinden yurtdışına kaçarak kurtulmuştu. Hürriyet, bu provokasyonda istediği sonucu almıştı.
Aynı Hürriyet, “Türkiye Türklerindir” sloganını logosunun yanına yerleştirmiş, Türkiye’yi Türkiye’nin dışında kendisine sufle edilen şeytani seslere kulak verip bazen İran’a, bazen Malezya’ya, bazen Cezayir’e benzetmekle yetinmemiş; Türkiye’de yaşamayan bir Türk melezinin, Prof.Dr.Şerif Mardin’in “Mahalle Baskısı” zırvası ile toplumun büyükçe bir kesimini provoke etmiş, marjinal çıkışları tetikleyerek sonunda Cumhuriyet Mitinglerine, Şehit Cenaze namazına gelen devlet adamlarına cami avlularında hakarete, 27 Nisan e-Muhtıranın omurgasına esas alınmıştı.
“Kaosa kalkan 411 el” manşeti ile, bir demokratik hak talebi, demokrasinin olmazsa olmazı bir siyasi partiyi, hem de iktidarda iken kapatılma ile burun buruna getirmiş, o siyasi odağa biçilen kefen halen demokrasinin ipini çekmek isteyen cellatların gardrobundaki özel askısında değerini kaybetmeden, ihtiyaç duyulduğunda kullanılmak üzere muhafaza ediliyor.
İçine bulunduğu, hatta 20 yıl süreyle dümenini elinde tuttuğu Türkiye’deki medya devinin her türlü rezilliği toplumun yeni yetişen nesillerine “doğal gibi” sunduğu, tecavüzün, şiddetin, her türlü pisliğin masum gösterildiği diziler furyasında –ki, örneklemek gerekirse, ilk akla gelen ‘Aşk-ı Memnu’, ‘Binbir Gece’, ‘Yaprak Dökümü’ ve daha nicelerini- sadece reyting kaygılı yapımlar değil, onun çok ötesinde bir çürümüşlüğü, bir yozlaşmışlığı, bir rezilliği tabana yaygınlaştırıp maletmekle doğacak uyuşuk beyinlerin, gelecek adına talepler üzerinde düşünce eksersizlerinin oluşacağı zeminler doğmadan provoke edilmek, algı ve refleksler zayıflatılmak istenmiş ve bu da kısmen başarılmıştır.
Toplumsal değerlerde meydana gelen aşınmayı, dizilerin sosyal hayatları, toplumsal değerleri radikal şekilde etkiledikleri, önyargısız tüm sosyal bilimcilerce ortak bir kanaat olarak açık açık ifade ediliyor. İşte böyle bir süreçte, o 20 yıllık yönetim deneyimi olan, provokatif odakta halen ipleri elinde tutan eski bir genel yayın yönetmeninin, Yazar Haşmet Babaoğlu’na, “İnsanlığın anlam birikimini; düşünce ve inançlarını; geleneklerini keyfine göre bozuk para gibi harcamakta Ertuğrul Özkök’ün üstüne yok!” dedirten adamın, bilgelik kisvesine bürünerek “Bir gün yargılanmak istemiyorsanız, siz de yargılamayın” pişkinliğinden sonra, hayata dair tüm değerlerin içini boşaltıp, hepsini eğlencelik dedikodu malzemesi olarak gören bir gazeteciliğin yaratıcısının son zırvası da nihayet gündeme düştü.
Her türden rezilliği ve zırvayı keyfine göre eğip büken söz ustalığını, hiçbir zaman millet hayrına kullanmamış bir adam; ruhunun dışa yansıması mıdır, yoksa belli bir misyonun tamamlayıcı kabuller oluşturmadaki sonlandırıcı unsuru mudur bilinmez; bu kez çok vahim bir zırvayı gündemin ortasına bırakıverdi. İşte o zırvanın özeti; “yargılanmak istemiyorsanız, siz de yargılamayın”.
Yorumlar kapalı.