TÜKETİYORUZ AMA NEYİ ? -2-
Pazarlama, halkla ilişkiler ve reklam faaliyetlerinin çok büyük kısmının aldatmacadan ibaret olduğu gerçeğini, bu meslekleri icra eden çoğu insanlar da kabul ediyor bugün. İnsanların hiç ihtiyaç duymadığı ürünleri ihtiyaç haline getirmek için devreye sokulan süreç ve unsurlardır tüm bunlar. Örneğin;
*Spor mu yapacaksınız, spor salonu üyeliği ya da spor aletlerini satın almak şart. Doğada bol bol oksijen eşliğinde yürümek moda değil artık. Çünkü bu yöntemle kimse para kazanamıyor.
*İki ayakkabınız mı var, bir de şu rengini almalısınız. Bu renk ayakkabıyla, şu renk çantayı kullanmalısınız.
*Yürüyüş mü yapacaksınız, yürüyüş ayakkabısı şart.
*Kahve makineleri çıktığından beri, kahveyi cezvede pişirmek demode oldu.
*Para biriktiremiyorsanız, sigorta şirketleri sizin adınıza biriktiriyor ve yaşlandığınızda sizi maaşa bağlıyor. Bu örnekleri yüzlerce çoğaltmak mümkün.
Bu sistemde hedef, öncelikle kadınlar ve çocuklar. Aile içinde en çok ihtiyaç üretenlerin bu iki grup olduğu tespit edilmiş, mesajların çoğu bunlara yöneltiliyor. Ya da erkeklerin dünyası, bu iki grubun kullanılmasıyla fethediliyor. Bankalar ve sigorta şirketlerinin reklamlarına dikkat ettiniz mi hiç: Sanki dünyanın en kutsal işini yapıyorlarmış gibi lanse ediyorlar kendilerini reklamlarında. Küçük bir çocuk nasıl mutlu olacağını anlatıyor: Ağabeyinin işe girmesi için insanların paralarını bankaya yatırmaları gerektiğini söylüyor. Birileri iş kurmak için bankadan para alacak, sonra da ağabeyini işe alacakmış. Evet, sistemin özü işte bu: Bankalara, kredi kartlarına, sigorta şirketlerine ve tüketime bağımlı bir toplum inşa edildi.
Mesele iki taraflı tabii. Madalyonun diğer yüzünde de biz insanlar varız tüketmeye eğilimli olan. Zamanımızın önemli bir kısmını, ihtiyacımızmış gibi görünenlerin alışverişiyle geçiriyoruz. Neredeyse alışverişte tüketiyoruz ömrümüzü. Modayla, yılbaşıyla, sevgililer-anneler-babalar günüyle seri tüketici haline gelmiş, getirilmişiz. Şehirlerimizi alışveriş merkezleriyle uçtan uca donatıyoruz. Bu devirden önce halbuki herkes cami, okul, hastane, imaret ve aşevi gibi sadaka-i cariye peşinde koşardı memlekette. Çünkü ahiret düşüncesi capcanlıydı, millet hayır hasenat yapma ve kalıcı eserler bırakma derdindeydi. Ölüm hakikati hayatın dışına itilerek görmezlikten gelinmiyordu henüz ve bu kaçınılmaz akıbete hazırlıkla geçiyordu ömürler. Şimdiki manzara ise, sanki insanlık ölüme çare buldu da ahiret tehlikesi (!) bertaraf edildi ve küresel bir biçimde dünya hayatı için yaşama, dünyayı yaşama, hayatını yaşama (!) ortak hedef haline geldi.
Yorumlar kapalı.