TÜKETİM VE KANAAT-5-
|
|
|
|
|
|
Medya araçları sayesinde dünyanın farklı iki ülkesindeki insanlar, aynı reklamları izlerken, ortak bir tüketim hırsına davet ediliyor. Sorun şu ki, örneğin bir Afrika veya Uzak Asya ülkesindeki insanlarla ABD veya Avrupa ülkelerindeki insanların sahip oldukları hayat standartları aynı olmadığından ve medya sürekli olarak “gelişmiş Batı’nın yüksek hayat standartlarını” empoze ettiğinden “az gelişmiş” veya “gelişmekte olan” ülkelerdeki insanlarda tüketim kültürüne adapte olmak, Batılılar gibi yaşamakla aynı anlamı taşıyor.
Hal böyle olunca McDonald’s’tan menü almakla, Levi’s’tan giyinmekle veya Armani parfüm kullanmakla, hayat standardının Batılılara yaklaştığını düşünmeye başlayan toplumlar, kendi sosyal yapılarına neyin uyduğuna bakmadan daha fazla tüketiyor. Dolayısıyla bir bakıma tüketim alışkanlıklarının transferi, aynı zamanda kültür transferini de barındırıyor.
Asla kapalı toplum olmanın iyi bir şey olduğundan bahsettiğimiz anlaşılmasın. Anlatmak istediğim husus, belki de tarihin hiçbir döneminde bu denli yaygın, baskın ve nüfuz etmiş bir tüketim kültürünün mevcut olmadığı. Bunu mümkün kılan ana unsursa başta televizyon olmak üzere medya araçları. Ve ne yazık ki yayılan/yaygınlaştırılan tüketim kültürü, büyük ölçüde, özünde Batı-merkezli olan küresel bir kapitalist kâr döngüsüne hizmet ediyor.
Son cümleyi biraz açarsak, küresel ekonomiye entegre olmaya başlayan ülkelere gelişmiş Batılı ülkelerin, çokuluslu devasa şirketler girmeye başlıyor. Bu şirketlerin çoğu o ülkedeki yerli birçok şirketi ya satın alıyor ya da onlarla işbirliği yapıyor. Artık geriye pazarda yaygınlaşmak kalıyor. Bu süreçte de o markaların ve ürünlerin toplumda kabul görmesinde medya önemli rol oynuyor.
Gerek reklamlar, gerek halkla ilişkiler (PR) çalışmaları ve gerekse sosyal sorumluluk projeleri gibi meşrulaştırıcı medyatik kodlamalarla insanların o markaları içselleştirmesi sağlanıyor. Elbette bu “gelişmekte olan” ülkenin büyük markaları da aynı şekilde medyada kendilerine yer buluyor. Ama zaten yüzde yüz yerli olarak nitelenebilecek az sayıda büyük marka kalıyor o ülkede.
Dolayısıyla dönüp duran reklamlar, hayatımızın ve hatta rüyalarımızın büyük bir bölümünü kaplıyor. Ondan sonra da reklam arası diziler, filmler ve programlar izlemeye alışıyor insanlar. Ancak sonuç aynı: Her gün yeni bir şeyler çıkıyor ve bu yeni bir şeyler mutlaka size göre oluyor, sabahki ilk işiniz de tükenmeden o ürünü almak. Zaten alışverişin insanı rahatlattığı gibi harikulade buluşlar da, ne hikmetse hep bu döneme, bu dönemlere denk ediyor.Devam edecek….
Yorumlar kapalı.