Dün bu sütunlarda Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker’in Anayasa Paketi ile ilgili olarak Venedik Komisyonu’nu konuya dahil eden Cumhuriyet gazetesine yaptığı açıklamanın yalanlanmasına ilişkin açıklamaları karşılaştırmaya ve bunun Türk Adaletine güven noktasında sebep olduğu güvensizliği irdelemeye başlamıştım. Kaldığımız yerden devam edersek;
Yargıtay Başkanı Gerçeker’in iddiasının aksine, Adalet Bakanı Ergin’in Venedik Komisyonu’nu reform hakkında kapsamlı şekilde bilgilendirdiğini kaydeden Markert, “Hükümet tarafından manipüle edildiğimiz yönündeki iddiayı kabul etmiyorum. Biz reform hakkında yeterli bilgiye sahibiz ve tavrımız değişmedi. Anayasa paketini Komisyon olarak destekliyoruz” değerlendirmesini yaptı.
Gerçeker’le aralarında sert bir tartışma yaşandığını kaydeden Markert, “Kendisi anayasa reformuna karşı çok düşmanca bir tutum içindeydi. Anayasa reform paketi hakkındaki görüşlerimi aktarmam üzerine, sert sözlerle reform paketini eleştirdi. Sanıyorum ortada büyük bir yanlış anlaşılma var. Ben asla reformun içeriği hakkında bilgilendirilmediğimizi söylemedim” ifadelerini kullandı.
Şimdi, aradan onca zaman geçti, Yargıtay Başkanı Sayın Gerçeker’den, onun sözlerine güvenmmizi temin edecek bir açıklama gelmedi. Bu açıklama gelmediği sürece de, Sayın Gerçeker’in Cumhuriyet gazetesi üzerinden Türk milletine yalan söylediği gerçeği hep orada duracak. Üstelik, toplumla dalga geçercesine halen “bize güvenin” diyecekler.
İkinciden başladık, güven duyma ezberimizin ilki Türk Silahlı Kuvvetlerindeki vahim durum daha da içler acısı ve doğrusu bireysel güvenin/güvensizliğin çok ötesinde, ülke ve gelecek kaygısını ön plana çıkaran bir kaotik durumla karşı karşıyayız. Genel Kurmay Bakanının çok sevdiği bir jargonla, bu bir psikolojik harekat mı, gri propaganda mı, yoksa içten içe bir çürümüşlüğün artık saklanamaz dışa vurumları mı, doğrusu sıralanabilecek onlarca olumsuzluk içerikli sorunun cevapsızlığı karşısında akl-ı selim sahibi her Türk vatandaşı gibi kaygılıyım, güven bunalımına düşmek istemiyorum.
Geride bıraktığımız hafta sonu itibariyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin içine düştüğünü gördüğümüz acıklı durum; bir yanda hergün dozu artarak devam eden terörist saldırılara kurban verdiğimiz şehit Mehmetçik cenazeleri öte yanda, Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un özel basın toplantılarıyla “bu bir kağıt parçası” diye inkar yolunu seçtiği, kısaca “Islak İmza” ifadesiyle bilinen, Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek İmzalı “AKP’yi ve Gülen’i bitirme operasyonu”nun Askeri Savcılık İddianamesi ile gerçekliğinin kabül edilip mahkeme açılmasını dehşetle izlemeye devam ediyoruz. İlk ortaya atıldığında neydi o iddia; Albay Dursun Çiçek bir irtica ile mücadele eylem planı hazırlamış, iktidarın düşmesini ve Fethullah Gülen hareketinin bitirilmesini sağlamak için bir dizi eylem yapılacağını kayda geçirmişti. Bu iddia kimliği belirsiz bir subayın ihbar mektubuyla ortaya atılmıştı.
Albay Çiçek bunu sürekli inkâr etmiş, böyle bir planın hazırlanmadığını, ayrıca belgedeki imzanın da kendisinin olmadığını söylemişti. Genelkurmay Başkanı da belgenin bir kâğıt parçası olduğunu belirtmişti. Buna rağmen savcılık dava açmış, birkaç denemeden sonra baskın çıkarak Albay’ı tutuklamayı da başarmıştı. Tam mahkemenin başladığı günün ertesinde askeri savcılık şok bir iddianame açıklıyor ve bu kez Albay Çiçek’in böyle bir belge hazırladığını ama beklediği amirallik gerçekleşmeyince bu planı ordudan intikam almak için yazıp altına imzasını attığını ve bilinçli olarakta basına sızdırdığını içeriyor. Allah akıl fikir versin; bu kadar gülünç bir iddianameye imza atanlara da, kanlara da. Bu iddianeme hem bir aczin itirafı hem de mantıktan yoksunluğun belgesi. Neredeyse bir yıldır toplumda tartışılan bir konuda gelinen aciz ve vahim nokta bu..
Bugünlükte bu kadar. Yarın devam etmek üzere esen kalın.
Yorumlar kapalı.