Her çağın bir tarifi var o devre adını veren. İçinden geçtiğimiz çağ ise hiç şüphesiz bilgi teknolojileri çağı ya da yüzyılı da denilebilir. Artık siz adını nasıl koyarsanız koyun, hakikat odur ki; devir, teknik alet ve iletişimin zirvede olduğu güçlü bir dönemi yaşamakta. Bu yüzden bilim ve teknik çok önemlidir. Gelişmişlik düzeyi bir bakıma teknik imkânlarla buluşmakla özdeş gibi görünüyor. Bu imkânların hayatımızda sağladığı kolaylıklar iseasla küçümsenemeyecek düzeydedir. Teknik yeterlilik eski ile kıyaslandığında hayatımızı alabildiğine kolaylaştırmış durumda. Hızlı iletişim, makine gücü, ulaşım araçlarının zamanla yarışı gibi. Bilgisayarlı iş makinalarından ev aletlerine kadar her şey daha bir kolaylık katıyor hayatlarımıza. Size göre de öyle değil midir?
Peki, durum böyle iken hayatımızdayine de işlerimizden arta kalan bir zamanımız yok. Zaman neden yetmiyor. Teknik geliştikçe, bu buluşlar hayatımızı kolaylaştırdıkça kendimize ayırdığımız zaman daha fazla olması gerekmiyor muydu? Neden böyleyiz? Kültür mü değişti, amaçlarımız mı farklılaştı? Hayata bakış açımızda oluşan farklılıklar mı bizi bunca yalnızlığa itti. Herkes sosyal toplumun içinde ama bir o kadar da yine bir başına. Niye böyle bir sonuç doğdu? Yoksa sosyal paylaşım sitelerinden yapılan paylaşımlarla bu içsel ihtiyaç karşılanabiliyor mu? Ondan mı köşe bucak kaçıyoruz çevremizden ve kendimizden. Bizim haberimiz yok da bu mekaniklik ve sunilik çok mu doyurucudur içsel ihtiyaçları karşılamak adına. Yalnızlaşarak mutlu olmak için özellikle tercih edilen bir kaçış biçimi midir bu kayboluşlar. Sosyal hayatın bizzat içindeki kanlı ve canlı iletişimlerden sıyrılarak; sanal, suni ve sureta iletişimlere yöneliyoruz. Yoksa bu manzaralar bir hastalık hali midir? Birileri bunun tarifini yapıp acilen adını koymalıdır diye düşünmekteyim.
Örnekleyelim isterseniz. Dijitallikten ne kadar uzak kalabiliriz mesela? Bir günlük mücadele serüvenine girsek! Sabah evden çıkarken telefonumuzuyanımıza almadan ayrılsak. Arabanın anahtarlarını cebimize koymadan çıksak. İş yerimize yürüyerek olmasa bile, dolmuş kullanarak gitsek. Öğle yemeğinde arkadaş gurubumuzla bir araya gelip, ortak bir sofra oluştursak. Kendi ellerimizle mükellef bir sofra donatsak. Hormonsuz, katkısız, renklendirici ya da tatlandırıcının olmadığı yiyeceklerle damaklarımızı tatlandırsak.Bir günlüğüne bile olsa diyaloglarımıza daha bir samimiyet yüklesek.Akşam işten çıkınca bir dostumuzu ziyaret etsek. Tam bir gün için bilgisayar ve cep telefonu ekranlarından uzak dursak. Haberleri gazete bayiinden aldığımız gazetelerden kâğıt hışırtısı ve mürekkep kokusu ile okusak. Sosyalyaşamımızın içine bu bir gün içinde hepimiz daha bir doğallık serpiştirsek. Sabah güneşin doğuşunu ilk ışıkla birlikteizlesek. İş yerlerimizden erken ayrılabilsek. Cadde boyu yürüyüş yapıp,bir parkta oturarak uzaklara bakarken, manidardüşüncelere dalsak. Kulaklıktan müzik dinlemek yerine kendimiz mırıldansak sevdiğimiz şarkıyı. Ruh halimize göre söylesek dilimize düşen parçayı. Her meslek gurubu kendi doğallığı içinde yapsa işini. Marangoz motifini eliyle çizse, imam minareden kendisi okusa ezanını. Müezzin mikrofon kullanmadan yapsa görevini, tamı tamına bir günlüğüne. Araç kullanalar klakson basmamak için mücadele etse en azından bu bir gün için…
Ne kadar farklılaştığımızı anlamak için yeterli olur muydu acaba, kendi dikkatimizi çekebilmek adına? Ertesi gün olduğunda; yine kaldığımız yerden devam eder miydik hayatımıza? Teknolojik bağımlı olduğumuzu peşinen kabullenerek… Evet, teknoloji haftasını kutladığımız şu günlerde benim hatırama gelen örnekten sadece bir kaçı. Değerlendirmek ya da uygulamak tabii ki herkesin kendisine kalmış.
Teknolojinin ve bilimin insana hizmet edeceği, insanların da teknik gelişmelerin bağımlısı olmadığı bir sosyal hayat diliyorum.
Yorumlar kapalı.