Bazen arkadaş sohbetlerinde, muhabbet ortamında duyarız, serzenişte
bulunuruz veya bize serzenişte bulunurlar, genellikle de; “Bazı gazeteleri
okudukça, bazı televizyon kanallarını dinledikçe kafam iyice karışıyor. İç
dünyam allak bullak oluyor. Bazen uykularım kaçıyor. Bazen hâne halkına karşı
hiç istemesem de hırçınlaşıyorum, kabalaşıyorum. İş yerimde kalp kırdığım
oluyor. Velhasıl huzurum, tadım, tuzum kaçıyor. Şaşırdım kaldım. Stresli,
bunalımlı bir insan oldum. Ama her insan gibi benim de biraz huzura, biraz
sükûna ihtiyacım var. Ne yapmalıyım, nasıl hareket etmeliyim?” tarzı
yakarışlarla karşılaşırız.
Böyle durumlarda ne yapılmalıdır? Öncelikle yapılacak olan panikten uzak,
sakin, fıtratından uzaklaşmamış bir kafa yapısına sahip olmak. Objektif olarak
hakikati görmek isteyen bir kimse, önce zihnini bir gölün durgun suları hâline
getirmelidir. Bulanık bir zihin daima gerçekleri saptırır. Tedavide en önemli
unsur, önce doğru teşhis koyabilmektir. Bu da öncelikle iç dünyasında barışı, sulhü,
sükûnu gerektirir. Kendi kendisiyle kavgada olan bir insan çevresiyle de kavga
halindedir. İç dünyasında kendi kendisiyle barışık olmayan bir kimse ister
istemez dış alemle de, çevresiyle de bir kavga, bir çekişme, bir tatsızlık
içindedir. Huzura giden ilk yol, Allah’tan razı olmakla başlar. Allah’tan razı
olmak, önce inanmak, dosdoğru olmak, sonra kayıtsız şartsız teslim olmak
demektir. Rıza, çok yüksek bir makamdır.
Hak’tan gelen bütün tecellilere ayrım yapmadan sükûnetle
tebessümle göğüs gerebilmek kolay iş değildir. Bu, bir aşk işidir. Sabır,
tahammül işidir. Mevlâna, “Şükür seni dostun nezdine kadar götürür” der. İnsan
şükrettikçe nimet çoğalır. İnsanlar içinde nimete en çok lâyık olan, en çok
şükredendir. Sonra edep gelir. Edep, aklın dıştan görünüşüdür. Edep, aklın
çiçeklenişidir. Edep, öyle bir taç ki, onu başına takan kimse nereye giderse
gitsin fark etmez. Kişinin altınından, malından, mülkünden edep, edebi daha
hayırlıdır.
Rıza, şükür, edep, sabır, kanaât insanı insan eden en önemli hasletlerdir. İç
dünyamızı bu güzelliklerle süsleyip arıtmadan, temizlemeden, iyiyi kötüden,
doğruyu eğriden, nasıl ayırt edemeyiz. Günümüzde insanlar her şeyin akıl ile
halledileceğini sanıyorlar. Eğer her şey akılla halledilseydi, o zaman Allah,
Peygamberlerini göndermezdi. Hayatta nice cin gibi zeki insanlar gördük. Bir
türlü hayatlarını iyiye, güzele, doğruya, temiz, asil ve yüce olana
götüremediler. Çırpınıyorlar, yüzlerine, gözlerine bulaştırıyorlar. Perişan
yaşayıp, perişan ölüyorlar. Yüzmeyi bilmeden başkalarına yüzme öğretmeye
kalkanların hâli ortada. Evet, akıl büyük nimet. Ama sadece aklına güvenip her
şeyi halledeceklerini sananların durumları ortada. Hoşçakalın.
Yorumlar kapalı.