Başlığı okuduğunuzda aklınıza ilk gelen, “Cübbeli Ahmet Hoca” adıyla bilinen 1965 İstanbul Fatih doğumlu, İlçeye bağlı Çarşamba semtindeki İsmailağa Cemaati’ne bağlı Ahmet Mahmut Ünlü hoca olmasın. O, 1999 yılında deprem sonrası “Mevlam zina yuvalarını vurdu” dediği konuşmasından ötürü İstanbul 2 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi tarafından 312. maddeden yargılanan, “Halkı din, mezhep ve inanç farklılığı gözeterek, birbirine karşı kamu düzeni için tehlikeli olabilecek şekilde düşmanlığa alenen tahrik etmek” suçundan 2 yıl 7 ay 3 gün hapis ceza alıp 13 ay hapis yatan, 2006 yılında Hürriyet Gazetesi’nde “jet ski” li fotoğrafları ile sürmanşetten haber edilerek tekrar kamuoyunda tartışılan, Haber Türk kanalında Fatih Altaylı’nın sık sık konuğu olan ve en son Yeni Şafak gazetesinin, 28 Şubat sürecine gönderme yapıp o sürecin simge ismi sentetik Aczimendi tarikatı lideri Müslüm Gündüz’le arasında ilinti kurduğu ve bu günlerde Doğan Medya Grubunun himayesinde polemikleri devam eden Cübbeli Hoca değil.
Yazımın konusu akademia dünyamızdaki “Cübbeli” hocalarımız. Akademik kariyerleri en üst noktada tescil edilmiş, kendi bilim alanlarında doktora payesi alıp profesör olmuş hocalarımızdan bir kısmı. Bir kısmı, çünkü, Üniversitelerimizdeki yüzlerce bilim insanımızı, kendi kimlik ve misyonlarından başka, gündelik atraksiyonların ve polemiklerin tarafı olmayan duruşlarıyla bu yazının konusu olanlardan ayrı tuttuğumu, kendilerini kirli düşünce ve tezgahlardan tenzih ettiğimi de öncelikle not etmem lazım. Onlara saygıda kusur etmeyi, kendime kusur addederim. Yazımın konusu diğerleri..
Kendilerini bu halkın efendileri olduklarını sanan “Cübbeli” efendiler, cübbelerini giyip arzı endam ettiklerinde istiyorlar ki, herkes onlara secde edip biat etsin; onlar da kendilerinde vehmettikleri “yer tanrısı” vasıfları ile aleme nizam versinler. Tıpkı Firavunlar gibi, tıpkı Nemrut gibi.. hiçbir Musa yada İbrahim, onlara tapınmaktan kaçınmasın. Hele hele asla karşı çıkmayı düşünmesin…
Kurguladıkları ve kurdurdukları sistemin en doğru sistem olduğunu ve hiçbir şekilde değiştirilemeyeceğini, tebaalarından kimsenin bu sistemleri sorgulayamayacağını, sorgulamanın insan doğasında var olan “akletme” ile değil; “tabiiyet”le izah edilebileceğini, bu kuramı değiştirmeye kalkışmanın ise ağır bir “cürüm” oluğunun kabul edilmesi gerektiğini düşünürler. Telkin, talim ve hayata geçirmede esas olan bu olmalıdır derler.
Zamanın getirdiği doruk noktadaki evrensel özgürlük, adalet, hak ve eşitlik gibi değerler, onların saltanatını sürdürmelerine hizmet ettiği sürece gözetilecek; halkın istemlerine kapı araladığı anda da rafa kaldırılabilecek aldatmacaların cilalı tablolarından başka bir anlam ifade etmeyen sistemin aksesuarlarıdır.
Bugün yaşanmakta olan bir çok toplumsal sancının ve çatışmanın temelinde yatan sebep, bu öğretilmiş çaresizliklere boyun eğmeyen radikal çıkışların, genişlemesine ve derinlemesine yaygınlaşması ile “Cübbeli” efendilerin saltanatlarını sarsılıyor olması. Kurdukları oligarşik yapının artık tarihsel miadını doldurmuş olduğu gerçeği.. ve bu gerçeğin getirdiği hazımsızlık ve kızgınlıkla oligarkların içgüdüsel savunma refleksi ile kendilerini ayakta tutan kölelerini yoketme çabası olarak okumak lazım. Sistemin kuruluşundaki çarpıklıkların düzeltilmesine katkıda bulunmak yerine, o çarpıklıkları tahkim edecek çarelerle adeta isyanları oynuyorlar. Oysa onların da bireysel hakkı olan ve son yılların giderek belirginleşen “sivil itaatsizliği”ni kendi kişisel duruşlarından ayrı, kurumsal duruşa yayma girişimleri, kendilerinden çok, temsil ettikleri kurumlara zarar vermektedir. “Cübbeli” hocalarımız, o cübbenin manevi heybetine sarıp sarmaladıkları kaybolmuş kişilik ihtiraslarının, çıplak ve yalın gerçekliğinde görülmesini engellemek, tatminsizliklerinin gizlenmesini sağlamak için bir sığınma örtüsü olarak kullanmakta. Bu tavır ve duruşları, o cübbenin manevi heybetine ihanettir diye düşünenler hiçte haksız sayılmazlar.
Yorumlar kapalı.