Sihir:Sebebi
gizli olan, hakikatinin aksine tahayyül edilen, göz boyama ve aldatma tarzında
yapılan şeylerdir. (Fahruddîn er-Râzî,
et-Tefsîru’l-Kebîr, 3/205)
Büyü: Tabiatüstü gizli güçlerle ilişki kurularak
yahut kendilerinde gizli güçler bulunduğuna inanılan bazı nesneler kullanılarak
fayda veya zarar vermek yahut korunmak maksadıyla yapılan işler. (TDV İslâm Ansiklopedisi, 6/501).
Elmalılı
Hamdi YAZIR tefsirinde şöyle denilmektedir: “Bütün bu kısımlar, esaslı iki
kısma raci olur. Birisi sırf yalan, uydurma ve kandırmadan ibaret olan söz veya
fiil ile tesir icra eden sihir, diğeri az çok bir hakikati suiistimal ederek
ortaya konan sihirdir. Sihrin bütün mahiyeti, hayali hakikat zannettirecek
şekilde insan ruhu üzerinde aldatıcı bir tesir bırakmaktan ibaret olduğu halde,
bunun bir kısmı sırf hayal ve vehmettirmek, diğer bir kısmı da bazı hakikat ile
karışıktır. Binaenaleyh her sihrin tesirden büsbütün uzak olduğunu iddia
etmemelidir.” (Hak Dini Kur’an Dili, 1/445)
Kur’an
ve Sünnet’e baktığımızda, büyünün/sihrin bir vakıa olarak gerçek olduğunu ancak
ona inanıp onunla meşgul olmanın ise küfür olduğunu da görürüz. Kuran’da şöyle
buyrulur: “Süleyman mülküne dair şeytanların uydurup izledikleri şeyin ardına
düştüler. Oysa Süleyman inkâr edip kâfir olmadı, fakat o şeytanlar kâfirlik
ettiler; insanlara sihir öğretiyorlar ve Bâbil’de Harut ve Marut’a, bu iki
meleğe indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Hâlbuki o ikisi; “Biz ancak ve ancak
imtihan için gönderildik; sakın sihir yapıp da kâfir olmayın!” demeden kimseye
birşey öğretmezlerdi. İşte bunlardan koca ile karısının arasını ayıracak şeyler
öğreniyorlardı. Fakat Allah’ın izni olmadıkça bununla kimseye zarar verebilecek
değillerdi. Kendi kendilerine zarar verecek ve bir fayda sağlamayacak bir şey
öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu her kim satın alırsa, onu alanın ahirette
bir nasibi olmayacağını da çok iyi biliyorlardı. Hakkıyla bilselerdi, uğruna
kendilerini sattıkları şey ne çirkin bir şeydi.” (Bakara, 102)
Büyüyü melekler mi öğretti?
Yukarıda mealini verdiğimiz ayete sathî bir
nazarla bakanlar, sanki Harut ve Marut isimli meleklerin insanlara sihir/büyü
öğrettikleri ve insanların da onlardan öğrendikleri büyüyle koca ile karısının
arasını ayırdığını söylemişlerdir. Aslı durum hiç de onların zannettikleri gibi
değildir.
Kur’an’ın ifadesinden anlaşılan odur ki, adı
geçen iki meleğe indirilen şey bizzat sihir/büyü değildir. Söz konusu
şeytanlar, o iki meleğe indirilen hakikatleri, küfür vesilesi olan sihir için
öğrenmiş ve o yolda kullanmışlardır. Tıpkı bir bıçak veya silah gibi düşünün
hangi bilgiyi ne maksatla kullandığınıza bağlı bir dururum. Atomu parçalayan
insanlar onu bomba yapımında kullandılar. Öyle değil de onu enerjide kullanmış
olsalardı insanlık için çok faydalı bir iş yapmış olurlardı.
Bunu başka bir surette açıklamak gerekirse, o
iki melek insanlara bizzat sihir/büyü öğretmiş değildirler. Onların yaptığı,
sihir/büyü amacıyla kullanılmaya müsait bir ilmi öğretmek ve bunu yaparken de
şu uyarıda bulunmaktır: “Bizim öğrettiğimiz bu bilgiler, hayır
yolunda da şer yolunda da kullanılmaya elverişlidir. Sakın bu ilimleri
suiistimal ederek büyü/sihir yapıp da kâfir olmayın.”İkazını da
beraberinde taşıyan bir olaydır.
Öte yandan Hz. Musa (a.s.)’ın, asasını emr-i
ilahî ile yere atmak suretiyle Firavun’un büyücülerinin büyü ile yılana dönüşen
değnek ve iplerini birer birer yutması[1]da
Firavun zamanında Mısır’da büyü yapıldığını göstermekte, onların bu
girişimlerine ancak kendi cinsinden bir mukabele etmek gerektiğini de bize
öğretmektedir. Buna rukye denir. Yani okuyarak tedavi olma şeklidir. Bir
sonraki yazımızda inşallah) o konuya da değineceğiz.
Elbette bu konunun sünnete ki yerine de
bakacağız. Sonra sadece tedavi maksatlı bu ve benzeri ilimleri islam cemaati
içinden birilerinin öğrenmesi caiz midir? Rukye yaptırmak mı yoksa kişinin kendisin
okunması mı daha evladır?Muavezeteyn süreleri bu konunun neresindedir? Rabbimiz
bize sığınmamızı emrederken neye nasıl ne şekilde sığınmamız gerektiğini de
inşallah bir sonraki yazılarımızda değinmeye çalışacağım.
Buradan da anlaşılmaktadır ki, sihir veya büyü
her ne denirse densin, sosyolojik bir olgu olarak vardır, fakat buna inanmak ve
bu işle iştigal etmek ise haramdır.Arrafa[2] veya
büyücüye gidip tılsım yaptırana diyeceğimiz şey şudur: “Eğer inanmış ve onun
dediğini kabul etmişsen hemen tevbe edip imanını yenilemelisin.”
Böyle bir hastalığa düşmüş kişilere de
diyeceğimizi bir sonraki yazımızda söylemeye çalışalım. (İnşallah)
Yorumlar kapalı.