Misafirlik için gönderildiğimiz bir dünyada yaşıyoruz. İlahi Kudret böyle istemiş. Bu misafirlikte bizleri bazı vesilelerle teste tabi tutmuş. Ödevlerimiz belli, sonuçları belli. Bir dayatma da söz konusu değil. İrademizle serbest bırakılmışız. Şu dünyada herkes istediğini istediğince yaşıyor. İmtihan kurallarına uyuyor ya da uymuyor. Öyle değil mi?
Mademki gerçekler böyledir, çalkantılarla dolu dünya hanında mutlu olmanın yolunu aramak da nefsani yaşamakta bize kalmış. Mahşer günündeki saadetimizin şifreleri de dünya huzurunun anahtarı da Peygamber Efendimiz’i örnek almakta gizlidir. Sevgili Peygamberimizi (sav) sevmek, onu örnek almakla mümkün. Ona tabi olmakla hayat bulur her iki dünyamızın huzuru. Kronolojik hayat seyri, siyer-i nebi’si değildir sadece bilmemiz gereken. Bilakis getirdiği nizamın ruhunu hayatlarımızda hâkim kılmakla sadakatimizi ispat edebiliriz. Zaten (sav) Efendimizi gerçek anlamda sevmek ve o’na tabi olmak, bizim için ilk lüzumlu olan değil midir? Cemiyet hayatımızda, özel yaşantımızda, sosyal yapımızda ve insani ilişkilerimizde hatta iş hayatımızda yegâne ölçümüz, bizzat kendileri olmak zorundadır. Fahri Kâinatı sevmek demek iliklerimize kadar onu hissetmekle mümkündür. Eksiğiz, yetersiziz, zayıfız, yakınlığımız kifayetsiz!
Elbette duygulanacağız. Şiirler yazıp okuyacağız. Örnek hayatından ibret alarak duygu dalgalanmaları yaşayacağız. Tövbe ederek toparlanacağız. Terakki niyetimizi sağlamlaştırmak için Şanlı Peygamberimize giden yolda vesilelere tutunacağız. Ancak bu bir kuru iddiadan ibaret olmamalı…
İki cihanın Efendisine ismi ile hitap edecek kadar edep seviyesini yitirmiş, bilgili ama ilimsizlerden olmayacağız pek tabii ki!Dinimizde tek kaynak Kur’an’dır diyerek, Peygambersiz (sav) ve Hadis-i Şerif’siz bir din icat etmek isteyen sünnetsizlerden de olmayacağız. Sevgililer Sevgilisine ismi ile hitap etme Güneşler Güneşini anarken sıradanlaştırma isteği nasıl bir zillet anlayışının iç itmesidir? Bu nasıl bir patoloji, nasıl bir ezikliktir? Ne biçim bir iç kibir ve haset halidir anlayabiliyoruz! Diğer taratan Nabi gibi Seyit Ahmet Arvasi gibi Haluk Nurbaki ve daha nice niceleri gibi edep timsali olanları da anlamaya çabalıyoruz. Aralarındaki mesafeleri ölçmek için harita mühendisi olmaya da gerek yok pek tabii ki…
Evet, iki cihan güneşimizi örnek bileceğiz. Kendilerini (sav) kuru bilgiden öteye taşıyarak gönül dünyamızın mimarı yapacağız. Allahın Resul’üne (sav) tabi olmanın; edeple, hevesle, her defa ayrı bir heyecanıyla ilmi tahsilini yapacağız. Biraz içe yöneleceğiz. Aç kalmış ruhlarımızı ondan aldığımız manevi feyz ve nurlarla dolduracağız. Tıpkı bizden öncekilerin yaptıkları gibi. Sahabe efendilerimiz gibi. İmamı Maturudi, Eş’ari, Gazali, Birgivi gibi. İmamı Rabbani, İmamı Azam gibi. Şahı Nakşibendi, Abdulkadir Geylani, Muhammed Raşit Efendi gibi. Kuran-ı Kerimin; “Andolsun ki, sizden Allah’a ve âhiret gününe kavuşacağını uman ve Allah’ı çok zikreden (mü’min)ler için Rasûlullâh’taüsve-i hasene(en mükemmel bir örnek) vardır.” (el-Ahzâb, 21) sırrına sahip olmaya çalışanlar gibi.
İmtihan dünyasında yaşıyorken, fani lezzetlere darılmadan o kapı bize açılır mı sanıyoruz? Nefisle mücadele etmeden, sahabenin yaşadığını yaşamadan, gönlümüzün kapılarını ilahi nurlara açmadan nasıl sevgi kıvamına geleceğiz? Dünya ve ahiretin mutluluğunu nasıl elde edeceğiz? Şayet bu ilmi öğreten bir mektep varsa o dersleri almamız gerekir.
Zira bilmeden yaşamak olmaz.
Yorumlar kapalı.