Osmanlının
son asrı 19’ncu yüzyıldan günümüze süregelen zaman diliminde özgün bir
Anayasamız olmamış. Ya kopyala yapıştır, ya da otoriter bir yapının iradesi “toplumsal
sözleşmemiz budur” denilerek Anayasa metni olarak dayatılıp yürürlüğe
konmuş. Belki 1921 Anayasa’sını kısmen bu kategorinin dışında değerlendirmek
mümkün. Ama o Anayasa da belki de tarihin en kısa ömürlü Anayasası olarak
tarihe geçti.
1920
de milli iradenin Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nde tecelli etmesini takiben
Cumhuriyeti kuran iradenin daha Cumhuriyet ilan edilmeden önce 1921’de
yürürlüğe koyduğu –o kısa ömürlü- Anayasa o tarihten günümüze yürürlüğe konmuş
en iyi “toplumsal sözleşme” olarak
nitelendirilebilecek kapsayıcı, milleti bütünleştirici/kucaklayıcı bir metindi
denebilir. Onu takip eden Anayasalarımızın metinleri karşılaştırmalı olarak
teşrih masasına yatırıldığında, görülen tablo, giderek hem teferruata
boğdurulmuş muğlak bir yapı hem de toplum katmanlarını kutuplaştırmaya zemin
hazırlayan bir dil ve içerikte oldukları açıkça görülür.
Başlangıçta
“Kuruluş Felsefesi” oluşturma adına o ilk kapsayıcı, bütünleştirici/kucaklayıcı Anayasa
rafa kaldırılmış, yerine 1924’te “Kurucu İrade”nin iktidar felsefesi Anayas’ya
ayniyle yansıtılmıştı.
Tarihi
seyri içinde baktığımızda;
21
Ocak 1921 gün ve 85 sayılı kanunla kabul edilen Anayasa kısa ve özgün 24
maddeden ibaretti. 20 Nisan 1924 gün ve 491 sayılı kanunla kabul edilen Anayasa
ise Fransız Anayasası’ndan yapılmış kötü bir kopyadan ibaret olup, 27 Mayıs
1960 ihtilaline kadar yürürlükte kaldı. 27 Mayıs ihtilalini yapan generallerin
oluşturduğu Milli Birlik Komitesi’nin hazırlattığı ve 9 Temmuz 1961 gün ve 334
sayılı kanunla yürürlüğe konan Anayasa, kelimenin tam anlamı ile bir “ihtilal
manifestosu” niteliğindeydi.
12
Eylül 1980 askeri darbesinden sonra 7 Kasım 1982’de halkoyuna sunulan ve 9
Kasım 1982’de, 2709 sayılı kanun olarak Resmi Gazete’de yayınlanan bu “İhtilal
Anayasası” da tıpkı 60 İhtilal Anayasası gibi bir atmosferde
halkoylamasına sunulmuş ve yüzde 91,5 oyla kabul görmüştü.
Şu
an mevcut Anayasa, o yüzde 91,5’lik “kabul” oranına rağmen yapımından günümüze
yapılan yüzden fazla değişiklikle tam bir yamalı bohça olarak masaya
yatırılmayı bekliyor.
Şimdi
Başbakan Ahmet Davutoğlu, milleti, bu garabete dönmüş Anayasa’dan kurtarma
adına muhalefet partilerinden CHP ve MHP’nin desteğini arıyor. Muhalefet
partilerinin konuya ilişkin geçmiş tutumlarına bakarak “olabilirliğine”
hiç ihtimal vermediğim bu çabanın, gelecekte daha güçlü bir iktidar gerekliliğine
olan ihtiyacı şimdiden ortaya koymaktan başka bir getirisi olmayacaktır.
Yüzyıllık “kuruluş felsefesi”nin çağın gerisinde kalan egemenlik
anlayışının 2002 sonrası gerçekleştirilen “sessiz devrimlerin”
toplumsal bir sözleşmeyle/özgün bir Anayasa ile hukuki bir zeminde yerini
bulması artık ertelemez bir ihtiyaçtır. Bu bağlamda geride bıraktığımız 13
yıllık sürecin yeniden bir “kuruluş felsefesi” olarak insan onuru
odaklı, tüm toplumu kapsayıcı, bütünleştirici/kucaklayıcı bir özgürlük anlayışı
ile gerçekleşmesi umuduyla görelim bakalım zaman ne gösterecek; muhalefetimiz
nasıl bir tutum takınacak.
Temennim;
“olabilirliğine” hiç ihtimal vermediğim, ancak uzak bir ihtimal de
olsa, bugüne kadar neredeyse yüzyıla varan Cumhuriyet döneminde millete azab yaşatan,
egemenliğin kurumlara dağıtıldığı, egemenlik anlayışının millet iradesi dışında
bu kurumların/bürokrasinin siyasete hükmettiği bir yeni Anayasa yapılacaksa, o
da hiç yapılmasın daha iyi derim.
Yorumlar kapalı.