Ferîdüddin Attâr’ın kaleme almış olduğu Mantıku’t Tayr ( Kuşların Dili ) eseri tasavvufî bir mesnevidir. Eser, beş bin beyit olup otuz bölümden oluşmaktadır.
Eserin giriş kısmında, Hamd ( Allah’a şükür, bize verdiği iyiliklerden dolayı över ), Tevhid ( Allah’ın varlığına, tekliğine, eşi ve benzeri bulunmadığını anlatır ), Münâcât ( Allah’a yakarır ve yalvarır ), Na’t ( Hz. Muhammed’i över ve O’nu anar ) ve dört halife ile ashabın övgüsüne ayrılan kısım bulunmaktadır.
Eserde; kuşlar kendi aralarında toplanıp hiçbir ülkenin padişahsız olmadığını, padişahsız ülkede nizam ve intizam kurulamayacağını belirtirler. Aralarında bulunan ve Mürşidi ( Resulullah Efendimizin izinde giderek kemale gelen ve bundan sonra insanları irşad eden (doğru yolu gösteren) İslam Alimi ) temsil eden, Süleyman Peygamber’in mahremi ve postacısı Hüdhüd, bu konuda onlara yol göstereceğini söyler. Hüdhüdün öncülüğünde toplanırlar. Fakat yolun uzak ve sıkıntılı olduğunu anlayınca bülbül, papağan, tavus, kaz, keklik, hümâ, doğan, balıkçıl, baykuş ve diğer bazı kuşlar birer mazeret ileri sürerek yolculuktan vazgeçmek isterler. Hüdhüd kuşların hepsine cevap vererek onları ikna eder. Sonunda bütün kuşlar hüdhüdün kılavuzluğunda yola çıkarlar. Yolculuk esnasında bitkin ve yorgun düşen binlerce kuş hüdhüdden şüphelerinin giderilmesini ister. Hüdhüd her birinin soru ve itirazlarına cevaplar verir; önlerinde “talep, aşk, mârifet, istiğna, tevhid, hayret, fakru fenâ” denilen yedi vadinin bulunduğunu, bunları geçince padişahları olan Sîmurga ulaşacaklarını anlatır. Tekrar yola koyulan kuşlardan sadece otuzu hasta ve yorgun durumda bu vadileri aşıp yüce bir dergâhın önüne ulaşır. Burada bir postacı gelip onların Sîmurgu sorduklarını anlayınca önlerine birer kâğıt parçası koyarak okumalarını söyler. Kâğıtları okuyan kuşlar bütün yaptıklarının yazılı olduğunu görüp şaşırırlar. Bu sırada Sîmurg da tecelli eder. Fakat gördükleri Sîmurg kendilerinden başka bir varlık değildir. Sîmurg’da kendilerini, kendilerinde Sîmurgu görüp hayretler içinde kalırlar. Bu arada bir ses duyulur: “Siz buraya otuz kuş geldiniz, otuz kuş göründünüz; daha fazla veya daha eksik gelseydiniz yine o kadar görünürdünüz; burası bir aynadır.” Neticede hepsi Sîmurgda fâni olur, artık ne yol ne yolcu ne de kılavuz vardır. Gölge güneşte kaybolur. Menzil-i Maksûda ( kendisine ulaşmanın hedeflendiği nokta ) vâsıl olan otuz kuş aradıkları Sîmurgun kendileri olduğunu anlar.
Otuz kuş bildiki nefsini bilen Rabbini bilir. Bu yolda tüm yollar kendi özüne varmak içindir. Yol bir olmaktı, otuz kuş bir olmanın sırrında Simurg oldu. Simurg vuslatın ta kendisiydi. Otuz kuş Simurg idi.
Teoman Hakan Evlioğlu
Yorumlar kapalı.