Haftasonu
Anadolu Ajansı kaynaklı bir haber birçok internet sitesinde yer aldı. Avrupa
Komisyonu Araştırma ve İnovasyon Genel Direktörü Robert Jan Smits, AA
muhabirine yaptığı açıklamada, Avrupa Araştırma Alanı’na dahil olan Türk
projeleri için Nobel ödülü beklentisi olup olmadığına yönelik soru üzerine,
“Öncelikli olarak Türk üniversitelerinin mühendislik ve
bunun içinde yapı-inşaat alanlarında çok kuvvetli olduğunu düşünüyorum.
Buna ek olarak biyomedikal, sağlık, su ve gıda alanlarında çok güzel
araştırmalar yapılıyor. Eğer bir iddia konusuysa, Türk araştırmacılarının
biyomedikal alanında Nobel alacağını tahmin ediyorum. Türkiye’den bu konuda çok
iyi araştırmalar yapan bilim insanlarını yakından tanıyorum. Türk bilim
adamları DNA sıralaması, kanser araştırması, kardiyovasküler çalışmalar ve
salgın hastalıklar konularında ciddi çalışmalar yapıyor. Bu çalışmaların
geleceğini gayet olumlu görüyorum. Özellikle bu alanlarda yürütülen biyomedikal
çalışmalar Nobel’i düşündürebilir.”
Bu
haberi okuyupta sevinmemek elde değil. Ancak “Nobel” deyince
içimizi burkan hatıralar da zihnimize üşüşüveriyor.
Daha
birkaç hafta önce, Kimya dalında Nobel Ödülü’nü kazanan 3 bilim
insanından biri olan Prof. Dr. Aziz Sancar’ın,
ilk sorusu aidiyetine dair olan BBC muhabirini azarlarcasına “Türk’üm.
İşte o kadar! ” sözünü daha sonra değerlendirdiği bir söyleşide “Kızıyorum
ona, çünkü bunlar Allah’ın gavuru, orayı karıştırdılar yüz yıl önce, hâlâ
karıştırıyorlar” sözleri hepimize ders olmuştu. Ancak aynı günlerde Türkiye
aleyhinde yaptığı konuşmalarıyla, özellikle 1915 Ermeni tehcirini ısrarla “Ermeni
Soykırımı” diye savunmasının mükafatı olarak Nobel ödülü alan Orhan
Pamuk’un, İtalya’nın La Repubblica gazetesine verdiği röportajda, Türkiye’yi
yerden yere vurması da bir başka acı hatıra olarak tarih notlarındaki yerini
aldı.
AA
muhabirinin röportaj yaptığı Avrupa Komisyonu Araştırma ve İnovasyon Genel
Direktörü Robert Jan Smits’in Türk bilim adamlarının Nobel adaylığı konusundaki
öngörüsünü okurken 1 Kasım seçimlerini değerlendiren Nobel ödülü
beklentisindeki Elif Şafak’ı da anmak istedim. Türkiye’de basın özgürlüğü yok diye dünyaya şikayet eden
yazar Elif Şafak, 1 Kasım seçim sonuçlarını
tıpkı Orhan Pamuk gibi o da
İtalyan gazetesi La Repubblica’a verdiği röportajda değerlendirdi.
Özetle, HDP’nin seçim mağlubiyetinin partiyi mağdur ettiğini, Cumhurbaşkanı
Recep Tayip Erdoğan’nın kutuplaştırıcı olduğunu, Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in,
seçimlerden kısa süre önce İstanbul’a gerçekleştirdiği ziyareti de, “Erdoğan
ve O’nun partisine moral bakımından bir destek oldu. Şüphe yok: onların
meşruiyetini artırdı” diye değerlendirdi.
Atalarımız
boşa dememişler, “zırva tevil götürmez” diye..
Halkın
%52 oyu ile seçilmiş bir Cumhurbaşkanını yada halktan %49,5 oy alarak seçilmiş
bir iktidarın meşruiyetini gündeme getirip bunun üzerinden değerlendirme yapmak
olsa olsa bir akıl tutulması veya Türk düşmanlığından ödül avcılığına soyunmaktır
herhalde. Bunun başka türlü bir açıklaması yok.
Bereket
versin ki, dünya böyle düşünmüyor. Yazıya giriş yaptığım söyleşide Avrupa
Komisyonu Araştırma ve İnovasyon Genel Direktörü Robert Jan Smits’in “Ülkenizin ekonomisi zaten
büyüyor, genişliyor. Bu üniversitelere de yansıyor. Bu atmosfer devam ederse
üniversitelerin ve araştırmacıların bilim alanında da zirveye ulaşmaması için
hiçbir neden yok. Sadece Avrupa’da değil, dünyada da aynı şekilde
etkin olacaklarına inanıyorum” değerlendirmesi içimizdeki
beyinsiz(!) beyinlerin zırvalarına karşılık yüreğimize su serpen bir bakış
açısı..
Yorumlar kapalı.