Bir çok farklı şekli olsa da muhafazakârlık en azından doğuşu itibari ile reaksiyonel bir harekettir. Avrupa da yaşanan reform, aydınlanma, Fransız devrimi gibi büyük değişimler ve bunların modernleştirici etkileri karşısında elbette bazı tepkiler verilmiştir. Bu tepkilerin bir kısmı rasyonel ve haklı, bir kısmı da duygusal ve haksız olmuştur. Modernleşmenin hızlı olduğu toplumlarda karşımıza çıkan önemli kavramlardan birisi de muhafazakârlıktır. Türk muhafazakârlığını doğuran tarihsel bir kırılma noktası olarak Cumhuriyet’in kuruluşu ve modernleşme projeleri düşünülebilir. Cumhuriyet modernleşmesi, kendi içerisinde eski rejimden ciddi kopuşlar ve bununla birlikte ciddi devamlılıklar içeren karmaşık bir içeriğe sahiptir. Özellikle Cumhuriyet sonrası Türk muhazakarlığının bireye yaklaşımı; geleneksel kurum ve değerlerin muhafaza edilmesi duyarlılığı ile ilgili bir dünya görüşünü onlara fark ettirebilmek ve modernize edilmesi gereken yapı ve kurumlar modernize edilirken kaybedilmesinden korkulan ve Türk toplumunun özünü oluşturan değerleri fark ettirip korumak amaçlı olmuştur. Cumhuriyetin toplumsal alanda ortaya çıkan “değerler boşluğunu” gidermeye ve “devrimin manevi yönünü” güçlendirmeye yönelik çaba gösteren ve bu konuda yazılar yazan, metodlar düzenleyen bir çok sosyal bilimciler ve yazarlar olmuştur.
Hatta daha öncesinde Devlet-i Aliyye’nin son dönemlerinde Tanzimat öncesi ve sonrası modernizasyon ve Avrupalılaşma hareketlerine karşı bir çok sosyal bilimci muhafazakar bir cephe oluşturarak bilimsel ve sanatsal çalışmalarda bulunmuşlardır. Bu sosyal bilimcilerden biri de Ziya Gökalp’tir. Ziya Gökalp’in toplum modelinin temelinde “kültür” kavramı vardır. Kültür de muhafakarlığın en önemli yönlerinden birisidir. Onun kullandığı diğer bütün kavramlar doğrudan ya da dolaylı olarak kültürle bağlantılıdır. Dine, aileye önem vermek, liberalizmi, bencilliği, radikalliği, kültürel yozlaşmayı eleştirmek gibi bir çok temel konuda O, muhafazakar düşünceyle paralellik içindedir. Ziya Gökalp, Fransızcadaki kültür kavramının iki ayrı kavramından hareketle “hars” (kültür) ve tehzip, medeniyet dikotemisini üretmiştir. Hars’ın açılımını şöyle yapmaktadır: “Hars, halkın ananelerinden, örflerinden, şifahi veya yazılmış edebiyatından, lisanından, musikisinden, dininden, ahlakından ibarettir”… “Tehzipin esası, iyi bir terbiye görmüş olmak, güzel sanatları, edebiyatı, felsefeyi, ilmi ve hiçbir taassup karıştırmaksızın dini; gösterişsiz samimi bir aşk ile sevmektir.”
Gökalp’e göre Osmanlı medeniyeti ile batı medeniyeti uzlaşmaz. Tanzimatçıların başarısızlığı buradadır. Çünkü iki medeniyetin yan yana yaşaması olanaksızdır. Sistemleri birbirini bozar. Buna karşılık Türk kültürü ile batı medeniyeti bir arada yaşayabilir. Fakat bunun için tarihimize dönmeli ve ulusal kültürümüzü sağlamlaştırmalıyız. Gökalp, bir yazısında İstiklal harbinde “biz harsımızın kuvvetiyle Yunan ve Avrupa’nın medeniyetini yendik” diye yazmıştır. Yine Gökalp’in medeniyet ve kültür ayrımına benzeyen ayrım, Mehmet Akif’in fikriyatında medeniyetin yerini alan “marifet” ve kültürün yani medeniyeti denetleyen unsurun yerini alan “fazilet” şekline dönüşmektedir.
Türk muhafakarlığının önemli isimlerinden biri olan Mehmet Akif; bir yandan inkılap istemekte, bir yandan da bir tür muhafazakarlık yapmaktadır. İnkılapçılıkla muhafazarlığı birleştiren Akif’in “ihyacılığıdır”. Mehmet Akif, inşa yerine ihya kavramını seçerek bizde aslen var olan ancak çeşitli sebeplerle körelen kaynakların canlandırılmasının ihyasını istemiştir. Bu kaynaklar batının metoduyla yeniden ihya edilecektir. Mehmet Akif ve onun gibiler necib Türk milletinin muasır medeniyet seviyesinin gerisinde kalmasına asla göz yumamıyorlardı. Bilim, sanayi vb. gibi konularda Türk milletinin geri kalmasını yalnızca dış güçlerin sömürüsü olarak görmüyor, içerde de özümüzden, bizi biz yapan kutsal değerlerimizden uzak kaldığımızı biliyor ve bir an önce inkılap isterken bizi biz yapan değerlerimizin ihyası için muhafazakâr cephede yer alıyorlardı. Yazıma, konumuza oldukça açıklık getireceğine inandığım Mehmet Akif’in şu mısraları ile son veriyorum.
Sonra zenginlerimiz: Haydi gidin, fen getirin.
Diye, her isteyenin şahsına bilmem kaç bin
Rutbe tahsis ile sevk eylediler Avrupa’ya
Pek fedakar idi hemşehrilerim doğrusu ya
Bu giden kafileden bir çoğu cidden tahsil
Ederek döndü. Fakat geldiki üç beşte sefil,
Hepsinin namını telvise bi hakkın yetti…
Hiç unutmam ki, cömertin biri, hem zengin adam,
Beni yüzdürdü nihayet şu sözlerle: İmam,
Günde on kere gelip istediniz hep verdim. Yine vermezsem eğer Millet için, namerdim.
Yalınız, ehlime gitsin bu emekler… Olur a, iş bizim Avrupa yaranına benzer sonra.
Bekleyip durduğumuz züppelerin tavrı nedir?
Geldi bir tanesi akşam heziyanlar kustu.
Dövüyordum, bereket versin, edepsiz sustu.
Bir selamet yolu varmış… O da neymiş. Mutlak,
Dini kökten kazımak, sonra, evet, Ruslaşmak!
O zaman iş bitecekmiş. O zaman kızlarımız,
Şu, tutumlukları gayet kaba, pek manasız
Örtüden sıyrılacak…
Teoman Hakan Evlioğlu
Yorumlar kapalı.