*Başına bir musibet gelen pek çok kişinin ilk söylediği söz artık “Neden ben?” oluyor. “Mutsuz” olmaktan aklımız çıkıyor. En ufak bir olumsuzlukta hemencecik mutsuz oluveriyoruz. Ömrümüzün her anını güllük gülistanlık geçirmek istiyoruz. Hiç üzülmeyelim, geçim sıkıntısı çekmeyelim, her istediğimiz olsun, “bir elimiz yağda, bir elimiz balda olsun”, gözyaşı dökmeyelim, gülelim, eğlenelim. İyi hoş da o zaman imtihan sırrı nerede kalacak? Izdıraptan, sıkıntılardan arınmış bir hayat süreceksek neden cennette değiliz de dünyada sürdürüyoruz fani ömrümüzü? Böyle düşünmemizin en temel sebebi dünya hayatına bakışımızın değişmesi bence.
*Bizden önceki kuşaklar “dünya imtihanı”nın daha çok bilincindeydi. Bu yüzden onlar savaşları, yokluğu, yoksulluğu, açlığı,sefaleti büyük bir tevekkülle karşıladılar. Her durumda kulluk bilinciyle davranıp şükürden geri durmadılar. Dünya hayatında sevinçler kadar acıların, ızdırapların da olacağı bilincine sahip olduklarından “mutlu olmak” onlar için hiçbir zaman hayatın tek ve biricik hedefi olmadı. “Allah’ın razı olduğu bir kul olmak” bizden önceki nesiller için çok daha hayati bir meseleydi. Bizden önceki nesillerin neler çektiklerini, gayelerinin ne olduğunu anlamak için Turgut Özakman’ın Çılgın Türkler kitabını okumanızı tavsiye ederim. Ben okudum; kitabın çoğu pragraflarını okurken tüylerim diken diken oldu. Bu yurdu bizlere bırakan atalarımız neler çekmişler, ne çileli sınavlar vermişler bir bakalım.
*Bizler ise ne yazık ki yaşadıklarımıza “tevekkül” penceresinden bakmaktan gitgide uzaklaşıyoruz. Gözümüzü diktiğimiz televizyon ekranında bütün reklamlar neye sahip olursak daha mutlu olacağımızı söylüyor. “Falan marka arabamız olursa dünyada bizden iyisi olmaz, filan konutlarından ev alırsak yüzümüz hep güler, şu marka buzdolabı mutluluğumuzu tamamlar, bu cep telefonuyla her sıkıntımız hallolur. Televizyon dizilerinde hikayeler hep mutlu sona ulaşmak içindir; sevdiğine kavuşmak isteyen bir aşık kendi mutluluğu uğruna sayısız insanın hayatını alt üst etmeyi göze alır. Ve bu konuda haklı olduğunu hepimiz kabul ederiz.” Nefes alıp vermemizin tek gayesi, bütün istek ve arzularımızın gerçekleştiği problemsiz bir hayata sahip olmaktır sanki.
*Çocukluktan itibaren girilen bütün sınavlar, kazanılan başarılar, ailemizi bile ikinci plana atmamıza yol açan kariyer planları hep kusursuz bir ömür geçirelim diyedir. Zaten bütün kişisel gelişim kitapları da bu düşünceyi hakim kılma anlayışıyla yazılır. “Kendinizi önemseyin, siz önemlisiniz” mesajı verilirken hayatın gerçekleri ve “mutluluk”un nerede aranması gerektiğinden ise bahsedilmez çoğu zaman. Mutluluk hiç de uzakta değil halbuki; sahip olduklarımıza şöyle bir baksak göreceğiz. Yeter ki görmek isteyelim, bakarken ibret nazarlarıyla bakalım. Umudumuzu yitirmeyelim. Hep “korku ile ümit arasında” bir hayat sürmeye çalışalım. Yoksa kimsenin öbür âlemdeki yeri garanti değil. Hoşça kalın, dostça kalın.
Yorumlar kapalı.