ABD
Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın 21 Ocak’ta gerçekleştirdiği Türkiye gezinin
şifreleri halen tam olarak çözülebilmiş değil. Resmi görüşmelere geçilmeden,
İstanbul’da aralarında Ak Parti, CHP ve HDP milletvekillerinin yanısıra özenle
seçilmiş bazı sivil toplum temsilcileri, gazeteciler ve tutuklu ailelerinin de
bulunduğu çok sayıda kişi ve gruplarla kapalı devre gerçekleştirdiği özel görüşmelerin nasıl bir taktik ve
stratejik mantığa oturtulabileceği halen gizemini koruyor.
Özellikle
de Türk gazetecilerini temsilen PKK/HDP yandaşlığı ayyuka çıkmış, Suriye canisi
Esad’ın gönüllü avukatlığını yıllardır ısrarla devam ettiren 4 gazeteci ile
görüşmesi ve bunlardan edindiği kanaatle “basın ve ifade özgürlüğü”
bağlamındaki açıklamaları, daha sonra görüştüğü Başbakan Davutoğlu’nun
–diplomatik nezaket sınırlarını dikkate alan- ortak basın açıklamalarında ifade
edilen sert sözleriyle karşılık buldu. “Başkan” Recep Tayip
Erdoğan’la görüşmesiyle ilgili yapılan açıklamalardan öğrendiğimiz kadarıyla
kendisini “Müstemleke Valisi”, Türkiye’yi de “Müstemleke”
zanneden Biden’a gerekli cevapların verildiği, taleplerine de rest çekildiği
anlaşılıyor.
İçimizdeki
ezik sefil baykuşların kamuoyunun sinir uçları ile oynayan açıklamalarını bir
kenara bırakıp, konuya ciddiyetle eğilen basın ve entellektüel düşünce
sahiplerinin –kısıtlı da olsa- eldeki verilerden hareketle yaptıkları
analizlerde Biden’ın PKK’nın terör örgütü olduğunu ama PYD/YPG’nin ise DAEŞ’le
mücadele konusunda ABD’nin kritik bir partneri olduğu yönündeki görüşünden
hareketle, PYD/YPG’nin terör örgütü olmadığını savunmanın her iki tarafça da
bilinen gerçekler ışığında doğru olmadığı kendisine anlatıldı. Özellikle
PKK’nın öncü görev yüklediği YDG-H, YPG ve YPJ militanlarına PYD kontrolündeki
kantonlarda ABD özel kuvvetleri Delta Force uzmanlarınca “şehir
savaşları” konusunda askeri eğitim verildiği, silah ve mühimmatın ABD
tarafından sağlandığı, üstelik PYD’in tüm bunlara paralel Rusya’dan da silah,
teçhizat ve mühimmat desteği aldığı, hem ABD hem Rusya’dan sağlanan savaş
araç-gereç, teçhizat, silah ve mühimmatın PKK’ın sınırlarımız içindeki
birimlerine aktarıldığının ayrıntılı olarak anlatıldığı ifade
edilmektedir.
Ayrıca
1128 akademisyenin yayınladığı “ihanet bildirisi” bağlamında
Biden’ın o 4 gazeteci ile görüşmesi sonrasında dile getirdiği “İfade
özgürlüğü en temel özgürlüklerden bir tanesidir. Basın özgürlüğü herkesin
özgürlüğüdür” açıklamasının, ulusal güvenliğin söz konusu olduğu
süreçlerde başta ABD olmak üzere hiçbir ülkenin yönetimlerince
“hoşgörü(!)” ile karşılanmadığının da örneklerle
anlatıldığı, bu bağlamda ABD’nin 11 Eylül saldırıları sonrasındaki yönetim
anlayışında değişiklik yaptığı “ulusal güvenlik” paradigması
kendisine hatırlatılmış olmalı ki, resmi görüşmelerden sonra Biden’ın da
söylemlerinde belirgin bir değişikliğin ipuçları basına yansıdı.
Nitekim
ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın, Başbakan Ahmet Davutoğlu ile Dolmabahçe’deki
Başbakanlık Çalışma Ofisi’nde görüştükten sonra yaptığı “PKK da DAEŞ gibi
Türkiye için bir tehlikedir. PKK hiçbir şekilde barışa gönüllü değildir. Bu
terör örgütüdür. Kabul edilemeyecek faaliyetlerde bulunmaktadır. Geçmişte barış
görüşmeleri başarılı olmadı ve PKK başka çözüm yolu bırakmadı. Tabiki siz de
terörle mücadele edeceksiniz” açıklaması bunun en belirgin iz
düşümüydü.
Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ı Yıldız
Sarayı’ndaki Mabeyn Köşkü’ndeki kabulünde de Biden’ın görüşme kapsamında, PKK
teröründen tek kelime bile bahsetmediği için akademisyenlerin imzaladığı
bildiriyi eleştirdiğini ve bunu görüştüğü kişilere de söylediğini ifade ettiği
bildirildi.
Yorumlar kapalı.