Hz. Ömer (ra)’ın hilâfet döneminde cereyan eden şu kıssa anlatacağımız
konuyu özetler mahiyette olduğundan önce kıssayı alıntılayarak nakledeyim daha
sonra da konunun kapsamına gereği kadar inmeye çalışalım.
“Medine’de âbidliği, zahitliği ve
takvasıyla mâruf bir genç vardır. Hayatı Rasulü Ekrem’in: “Kalbi mescitlere bağlı olan kişi”[1] diye vasıflandırdığı
gençlerdendi. Bu genç birden bire gözlerden kaybolur ve Hz. Ömer (r.a.)’de
bunun farkına varır; cemaate nerede olduğunu sorar. Onlar da gencin vefat
ettiğini söylerler.
Vefatı öncesinde evine gelip giderken bu gence nasılsa kötü niyetli bir
kadın musallat olur; peşine takılır ve onu ağına çekmek ister. Genç, bu fettan
kadına tam takılmak üzeredir ki, birden diline şu ayet takılır: “Takvâya erenler var ya, onlara şeytan
tarafından bir vesvese dokunduğunda (Allah’ın emir ve yasaklarını) hatırlayıp
hemen gerçeği görürler.”[2]
Genç adam, gayr-i ihtiyarî bu âyeti
defalarca tekrar eder. Böyle bir hissin vermiş olduğu heyecan ve duygu atmosferi
içinde kalbi durur ve oracıkta ruhunu teslim eder…
Hz. Ömer, gencin ölüm sebebini
anlayınca hemen gömüldüğü yere gider ve orada ona şu ayeti okur: “Rabbinin huzurunda durmaktan korkan
kimselere iki cennet vardır.”[3] “Şimdi sen istediğine girebilirsin.” diye
seslenir. Hz. Ömer sözlerini henüz bitirmiştir ki, o sırada herkesin duyacağı
şekilde mezardan şöyle bir ses yükselir: “YâEmira’l müminin! Allah bana onun iki
katını verdi.”[4]
İffetli bir yaşamın mutlaka hem bu dünyada hem de öteki dünyada karşılığı
vardır. Kıssası anlatılan genç adam, iffetli yaşantısının karşılığını Rabbinden
görmüştür.
Şüphesiz bu hâdise, keyfiyeti itibarıyla doğrudur ya da yanlıştır.
Kaynaklarımızda böyle geçmiştir. Her
haliyle harikulâde bir hâdisedir. Biz kıssadan hisse almaya talip olduktan
sonra bu olaydan da hissemize düşeni almak üzere olaya bakarız. Bize düşen
iffet müminin ziynetidir; haram ise zilletidir. Zilletten izzete çıkmak ise
müminlerin asıl maksadı olmalıdır.
Bu olaydan nasibimize düşen hisse, onların Allah kelamını nasıl okudukları
ve nasıl özümsedikleridir. Bizim ise o oranda ne kadar dıştan, sığ ve yapay
okuyuşlar yaptığımızdır. Sadece bunu kavrasak yine maksat hâsıl olmuş olur.
Okumamız ve dinlememiz değişir. Kur’an’a yaklaşımımız değişir.
Şimdi bu nazarla Kur’an’a bakalım ve bu maksatla bir kez daha okuyalım.
Kendi hesabımıza okumalar yapalım. Cemiyeti bu nazarla dizayn etme gayreti
içinde olalım. Gençliği bu istikamette yürütme gayreti içinde olalım.
Bu takdirde sokağın namusu, caddenin iffeti, evin avreti sağlanmış
olacaktır. Müslüman mahallesinde salyangoz satılmayacak, okul bahçeleri parklar
ve bahçeler namus avcılarına kapalı olacaktır. Kimse diğer mümin kardeşinden
rahatsızlık duymayacaktır. İşte o gün dünyamız da ukbamız da cennet olacaktır.
Şimdi hayâ elbisesine bürünmüş gençler, iffetli hanımlar, vakarlı ve edepli
erlerin dünyasını inşa etme zamanıdır. Hiç kimse bu iş benim işim değil
dememelidir. Her insan sorumluluk almalı gördüğü ve yaşadığı olumsuzluklardan
rahatsızlık duyduğu davranışlardan, kendisini sorumlu hissetmeli bunun
düzelmesi için yapması gereken en asgari ne varsa yapmalıdır. Yoksa yangın bir
gün bizim evimize de bizim sokağımıza da isabet edebilir.
İşte o gün gelmeden bir müslüman kişiye en yakışan elbise olan hayâ
elbisesini giymek için gayret sarf etmelidir. Besmeleli evler kurulmalı sokağa
bismillah diyen insanlar hâkim olmalıdır. Çarşı ve pazarımız, dükkân ve
mağazamız, fabrika ve atölyelerimiz; hep bu iffetli insanlar yönetmelidir.
Selam iffeti taç edinip başına takan güzel insanlara!
Basri
BEKTAŞ
Yorumlar kapalı.