İnsanın iç dünyası kocaman bir alem. Sürekli hisler üretiyor. Bu hissiyatın tepkileri kimi zaman dışa yansıyor kimi zaman da yutkunuluyor. Çalkalanıp duruyor insan med-cezir gibi. Hislerimiz insanı geliştiriyor. İnceltiyor ve derinleştiriyor. O hal üzerinde kaldığımız sürece farklı dehlizlerde yol alıyoruz. İnsan olmanın ve farklı yönlerimizi keşfetmenin mutluluğu bizlere eşlik ediyor. Bazen de maddi dünyaya ağırlık verdiğimizden olmalı ki,içselleşmeye ihtiyacımız olduğunu dahi unutuyoruz. Oysa bir dilenci gibi talepkâr olmamız gerekmiyor muydu içsel yönümüzün zenginliğini keşfetmek için? Duygumuzun, ruhumuzun ve aklımızın ihtiyaçlarını karşılamak için daha yoğun çabamız olması lazım değil miydi? Bedenimizin bunca doygunluğu ile hantallaştığımız kafi değil midir artık?
Her bedenin olduğu gibi aklın, duygunun ya da ruhun da besleyicileri vardır. Nasıl ki, bir araç yakıtı olmadan yol gidemiyor. Tıpkı bunun gibi insanın manevi cihazatları da doyurulmaya muhtaçtır. Yakıta ihtiyacı vardır. Beslenmeye gerek duyar. Ruhun gıdası da hayırlı ve güzel ameller işlemektir. “Salih amel” demiş büyükler bunun adına. İçine riya karışmayan, sırf yaratanımız için yapılan şeksiz ameller. İnanç bütünlüğü ve devamlılığı açısından da güzel amel ve ahlakla korunmaya ihtiyaç vardır. Elbette manevi gıdalarımız arasında da bol bereketli olanları vardır. Bu yüzden Allaha giden yolda onun rızasını elde edebilecek hiçbir ameli davranışı, insanlığın faydasına olacak eylemlerimizi ve niyetlerimizi küçümseyemeyiz. Her güzel davranışın manevi bir getirisi olacak ve sadece sevap hanemize yazılmakla kalmayacak! Aynı zamanda sosyal hayatımıza da olumlu katkılar sunacaktır. Diğer taraftan özel ve bireysel hayatımızda da içsel bir doyum elde edeceğiz. Böylesi bir içe dönüş, insanlığın sakat manzaralarına sunulan yegane çözüm olsa gerektir. Bu reçeteyi asırlar öncesinden müjdelememiş mi insanlığın Efendisi olan kutlu Nebi (sav)…
İnsan, mutluluğu ve huzuru mana dünyasında aramalı. Bilmiyorsa araştırmalı öğrenmeli. Eksik kalıyorsa bilen kamil öğreticilerden destek almalı.Zira yeteri kadar maddeye mahkûmiyetin eseri olan sonuçlar ortada ve insanlar mutsuz. Cahilliğimiz ise minare boyu ve biz bunun farkında değiliz. Kendimizi tanıma ve her şeyi bilme konusundaki bilgiçliğimiz ise bir o kadar komik görünüyor. Kaderin bir cilvesi ya da hasbel kader geldiğimiz konumları da çoğu zaman nefsimiz adına kullandığımız doğrudur. Oysa imtihan bilip, insanlığın yararına güzel niyetler içinde yürütmemiz vacip iken! Dünya ise savaşlar sahnesi.İnsanlık yerlerde ve acımasızca sürünüyor. Vahşet dolu manzaraları üzülerek takip ediyoruz, elimizden de bir şey gelmiyor. İnsanların barbarlaşması, maddeye kul köle olmuşların canavarlaşması, bizleriinsanlığımızdan utandırıyor. Maddenin hükmettiği insan ve dünya güçlerinin dünyayı getirdiği yer cinnetin eşiği değil midir?
Oysa insan olma bilincini yakalayana şuur hali, hayatlara bereketli hediyeler armağan ediyor. İnsan olmanın hazzı, ancak manevi gerçekleri tatmakla imkan kazanıyor. Yoksa yiyip, içip, gezip, görüp, yüzüp, eğlenip, çalıp, oynayıp, açılıp, saçılıp, midelerimizi doldurup boşaltarak varacağımız yerin nihai sınırı belli değil midir? Öldüğümüzde ardımızdan “ne çok severdi gezmeyi, yemeyi, içmeyi ve eğlenmeyi” denilmesi bir kazanım olarak değerlendirilebilir mi hiç? Bu kafayla kendimizi tanımadan yaşarsak,daha çok bocalarız, suni hazlar peşinde mutluluk arama derdiyle. Nafile ömür tüketir, emanet olan nefeslerimizi boşuna savururuz hayatın içine. Ne dersiniz? Finali yine sözün sahiplerine bırakalım isterseniz.
Ne demiş Sevgi Sultanı Yunus Emre’miz; “Bir molla kasım gelir, sizi sigaya çeker…”
Yorumlar kapalı.