Müslümanlar
olarak özellikle son bir iki yüzyıldır din-dünya ilişkisine bakışımızda temelli
değişiklikler meydana geldi. Önceleri dünyaya ancak “ahiretin tarlası”
olduğu için kıymet verirken, şimdilerde dünyayı ahiretin önüne geçirdiğimizi
gösteren tavır ve davranışlar içindeyiz.
Müslüman
elbette dünyaya hükmetmeli, güzel yaşamalı, güzel yaşatmalı. Ama nereden gelip
nereye gittiğini, yanında ne götürdüğünü asla hatırdan çıkarmamalı. Dilimiz
“lehü’l-mülk” diyor. Yani mülk O’nun. Bir de dönüp kalbimize soralım, o ne
diyor?
“Gelişme
ve kalkınma yolunda ilerlemek”, “dünya ile bütünleşmek”, “evrensel standartları
yakalamak” gibi tabirlerin dilimize hiç olmadığı kadar yerleştiği bir zaman
diliminde yaşıyoruz. Bunlar ve benzeri ifadeler, yaşadığımız geçici hayat ile
ne tarz bir ilişki kurduğumuzu anlatıyor aslında.
Gelişmiş,
kalkınmış olduğu söylenen ülkelerle aramızdaki mesafeyi kapatmaya çalıştıkça
“dünyevîleşme” dediğimiz hali daha yoğun hissetmeye ve yaşamaya başladık.
“Piyasa ekonomisi” olgusu kendi şartlarını dayatıyor. Biz de mecburen bu
şartlara uymak zorunda kalıyoruz. Elbette girdiğimiz yolun kaçınılmaz gereği
bu.
Acımasız
şartların hakim olduğu ekonomik piyasada küçükler, ekonomik olarak daha güçlü
olanlarla rekabet edebilmek ve onlar karşısında ayakta kalabilmek için,
büyükler de piyasada elde ettikleri payı korumak için sürekli daha çok
çalışmak, daha fazla üretmek ve durmadan büyümek zorunda.
Kimin
geliri daha fazlaysa onun daha çok itibar gördüğü, kişileri değerlendirmenin
cüzdanlarla ilişkilendirildiği, insanların ne kadar fazla tükettiklerine
bakılarak değerlendirildiği bir dünyadayız. Hayat bu hayhuy içinde hızla akıp
giderken, bir an için durup şöyle bir soluklanmak ve bizi içine çeken bu anaforun
dışına çıkarak olup biteni dışarıdan gözlemek en temel ve ertelenemez ihtiyaç
bizim için.
Hayat
şartlarının debdebesine kapılarak, paldır küldür yuvarlanmanın alemi yok. Her
şey cüzdandan ibaret değil. Öze dönmek, özlere bakmak lazım. İşin ehli bilir;
öz kolay kolay çürümez, eğer çürüyecekse en son öz çürür. Özler çürürse geriye
kof bir parça kalır ki o parçadan da kimseye hayır gelmez. Özler güzel olursa,
sözler de güzel olur, oluyor. Malum “küpte ne varsa, dışarı o sızar” değil mi?
Malın gerçek sahibinin rızasına erişmek dileğiyle. Hoşça kalın..
Yorumlar kapalı.