Kut’ül Amare’de Osmanlı Ordusunun çok kısıtlı imkânlarla altı aya yakın bir
süre boyunca ve de birkaç cephede birden verdiği mücadele belki genel harbin
sonucunu değiştirmemiştir, fakat Ingilizlerin Çanakkale’den sonra Osmanlı
Devletini bir hamlede savaş dışına itme çabasını başarısızlığa uğrattığı bir
gerçektir. Alman Mareşal von der Goltz’un 72 yaşında, Alman ordusundan emekli
olduktan sonra, aktif bir görevi kabul etmesi ve İstanbul’dan bile 2500 km uzak
mesafede zaman zaman cephe hattında düşmanın ateş menziline girecek kadar
kendini askerlik vazifesine vermesi başlı başına asker psikolojisini anlamak
açısından ilginç bir durumdur. Goltz Paşa o yaşına rağmen Almanya’nın menfaatleri gereği her türlü konfordan azade bir coğrafyada Irak ve İran’ı içine alan geniş kapsamlı operasyonları yönetmeye çalışmış, ardından da Hindistan’a düzenlenecek askeri harekâtın gerçekleşmesi için planlar yapmıştı. Fakat
Goltz’un 20. Yüzyılın Büyük İskender’i olma hayalleri Bağdat’ta yakalandığı tifüs virüsü ile son bulmuştur. Aslında Goltz’un kendisi de emrine verilen ordunun gücünün farkındaydı. Nitekim o, başında bulunduğu
orduya “VI. Ordu” denmesinin sebebini İngilizler ve Ruslar üzerinde oluşturulmak istenen algıya bağlıyor ve o, “6. Ordu” ismini “stratejik korkuluk” olarak tanımlıyordu. Zira ona göre, kimse zayıf bir Kolordunun başına Mareşal seviyesindeki bir Alman komutanın atanmasını ummazdı. Kut’ül Amare zaferinin en önemli sonuçlarından birisi bu zafer sonrasında
İngilizlerin Ortadoğu’daki imajının büyük hasar almasıydı. Buna karşın Türklerinki ise artmıştı. Çanakkale’nin hemen peşinden Irak’tan gelen bu yeni zafer haberinin etkisi derin olmuştu. Nitekim daha bir sene önce Doğu Anadolu’da, Kafkas Cephesinde Ruslara karşı alınan mağlubiyetin getirdiği olumsuz hava bir anlamda etkisini yitirmişti. 1916 yılının ilk aylarında alınan bu zaferlerle İslâm dünyasının ayaklandırılması ve sömürgeci İtilaf Devletleri’ne karşı Müslümanların harekete geçirtilmesi projesi yeni bir ivme ve moral kazanmıştı. Öyle ki bu aşamada Bağdat gibi eski bir hilafet merkezinin
Osmanlı’nın elinden çıkması, uygulamada olan Panislamcı politikaların erken bir
tarihte son bulması anlamına gelebileceği gibi, Osmanlı devletinin de daha erken
bir tarihte savaştan çekilmesine yol açabilirdi. Bu anlamda bu galibiyet, tıpkı
Çanakkale zaferi gibi, savaşın uzamasına yol açmıştır.
İngiltere, savaşın ilk iki yılında düzenli birliklerle yıkmayı başaramadığı
Osmanlı devletini asimetrik savaş unsurlarıyla, Şerif Hüseyin isyanı örneğinde
olduğu gibi, zayıflatma çabalarına ağırlık vermiştir.
Her ne kadar bu zaferin üzerinden bir yıl bile geçmeden Bağdat İngilizlerin
eline geçmiş ve Irak ve İran üzerinden Hindistan’a müdahale etme planları
büyük ölçüde akamete uğramışsa da Almanların Osmanlı devletiyle yaptıkları
ittifaktan hedefledikleri temel amaçlardan birisi büyük ölçüde gerçekleşmişti. Bu
anlamda Avrupa’daki savaş yükünü Avrupa dışı cephelere yayarak İtilaf devletlerinin Avrupa’daki cephelerde bulunan asker sayısını azaltma planı büyük ölçüde gerçekleşmiş görünmektedir. Nitekim Irak’ta 1914 Kasımında birkaç bin
kişiyle başladıkları harekâtı İngilizler 1918 yılı ortalarında 600.000 kişiyle
tamamlamak durumunda kalmışlardı. Sonuçta savaşın nihai kaderini
belirleyecek olan Avrupa’daki cephelerde alınacak sonuçlardı. Daha doğrusu
nihai netice Almanya’nın galip gelip gelmemesine bağlıydı. Osmanlı devletinin
Almanya’nın yenildiği bir savaşta zaten İngiltere, Fransa ve ABD gibi dünya
güçlerine karşı tek başına direnmesi ve savaşı sürdürmesi çok da mümkün
olmazdı.
Teoman Hakan Evlioğlu
Yorumlar kapalı.