Bu yılın yaz başında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Selçuk Üniversitesi Alaaddin Keykubat Yerleşkesi Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde düzenlenen ”Küresel Güç: Türkiye” konulu konferansta yaptığı konuşmada, Türkiye’nin büyük güç olması için olmazsa olmazları açıkladıktan sonra, her Türk insanının hayallerini süsleyen bir özlemi “Bu topraklar bizden sorulur” diye noktalıyor. Konuya ilişkin, 16 Mayıs 2009 tarihli bir haber analizde (http://www.timeturk.com/davutoglu-bu-topraklar-bizden-sorulur-71845-haberi.html) Türkiye’nin bölgesel güç olmanın ötesini hedefleyen küresel güç olma yolundaki çabalarının anlatımı arasında Sayın Davutoğlu’ndan nakledilen bir anekdot, tüm yalınlığına karşın çok bilgece bir gerçekliğin derinliğini, Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” teorisini nasıl temellendirdiği konusunu açık bir formülle hepimizin önüne koymakta.. yeter ki, bu anekdotun altını dolduracak birikimimiz ve vizyonumuz olsun, gerisi çok açık ve aydınlık.
Türkiye’nin geçen yıl 151 oy alarak BM Güvenlik Konseyi’ne seçildiğini belirten Davutoğlu, 151 ülkenin Türkiye’ye verdiği desteğin altında, bu ülkelerin, Türkiye’nin dünyada adaletin, güvenliğin, özgürlüğün, küresel ısınma dahil tüm meselelerin sözcülüğünü yapacağına inanıyor olmalarının yattığını vurguladığı ifade edildikten sonra, analizde nakledilen, çok önemsediğim bu anekdotu aynen alıntılıyorum:
“Burada kendimize olan güvenimizi ortaya koymamız önemli etken oldu. Öz güveni olmayanlar kendinde tarihi şekillendirme kudreti bulamaz. O öz güveni sağlayan zemin ise Konya’dan, Sivas’tan, İstanbul’dan çıkıyor. Ben küçükken babaannem maniler okurdu, ‘Horasan’dır bizim ilimiz, İsfahan’dan geçti yolumuz’ der, bu rüyayı, bu türküyü tekrar ederdi. Bize de ‘oğlunla ordu, kızınla oba olasın’ diye dua ederdi. Makedonya’nın dağlarında karşılaştığımız Türk’lerin konuşmaları, tıpkı benim memleketim olan Konya’nın Taşkent ilçesindeki yaylalarda yaşayanlarla aynı. ‘Bizi buraya bıraktılar, bu dağları bekliyoruz’ diyorlar. Mevlana bu topraklarda tesadüfen yetişmedi. BM Güvenlik Konseyi’nde 151 oy almamızın ardındaki bilinç, ya annelerimizin, ninelerimizin ettiği dualar, ya o dağları bekleme bilinci taşıyan insanlardır. Biz onlardan güç alıyoruz” diyor.
Sayın Davutoğlu’nun kendine dayanak aldığı mantık dokusuna da, yıllardır gölge bakan olarak imzasını okuyabildiğimiz açılımlara da aklı başında bir insanın itiraz etmesini mümkün görmüyorum. Mevcut iktidarın muhalifleri de muvafıkları da sanırım içten içe bundan kıvanç duyuyorlardır. Bu sebeple politikacılarımızın iç siyaset kaygısıyla dillendirdikleri eleştirilerinin gerçek düşünceleri olduğunu sanmıyorum. Şayet yanılıyorsam, ve muhalefet, dış politika konusunda eleştirip dillendirdiği argümanlara inanıyorsa, gerçekten vahim bir durumla karşı karşıya olduğumuz gerçeği, düşünen zihinlerde sancılı burkuntulara sebep olacak boyutlara ulaşmış demektir. O takdirde, aklı selim sahibi her Türk vatandaşına düşen, vaz geçilemez birinci ödev olarak, “Allah, bunlara iktidar nasip etmesin” diye hem sözlü hem de fiili duada bulunmaktan başka bir seçenek kalmıyor.
Türkiye’nin içteki tüm çekişmelere rağmen, “Küresel Vizyonda Öncelikler” sıralamasını Dışişleri üzerinden kurgulayıp yürütmesi, bugün ülkemizi bir yıldız ülke, bir çekim merkezi haline getirdiyse, -ki en muannit muhalif ülkeler bile bunu itiraf ederken- kendi kendimizi küçültme saplantısından kurtulmanın zamanı geldi diye düşünmek lazım. İçerde muhalefet ve siyasi üstünlük sağlama adına yapılmakta olan kara propagandanın zararlarını millet olarak topyekun çekmek zorunda kaldığımızın geçmişte sayısız örnekleri var. O örneklerden küçük anekdotlarla konuyu yarınki yazımda tamamlamak istiyorum. Yarın bu sütunlarda buluşuncaya kadar esen kalın.
Yorumlar kapalı.