İnanmayan
inatçı zalimlere acıklı, bol zincirli, tasmalı bir cehennem hazırlayan Hz.
Allah cc. buna mukabil iyiler için karışımında Kâfur (Bir çeşit cennet içeceği,
mahiyetini Allah cc. bilir) bulunan bir içecek hazırlamıştır ki iyilik
sahipleri iyiliklerinin karşılığını bulabilsinler.
Bu mükâfat
niçin? Neyin karşılığı? Hangi mizaçtakiler için? Belki direk bağlantısı yok ama
kelime çağrışım yaptırdığı için huy ve mizacı nasıl olan bu nimeti ilahiye
mazhar olacaktır? Kim bu şanslı taife?
Eğer mizaç kelimesi bir şeye sonradan katılan katkı maddesi ise selim fıtratına
ne katan bunu kazanacaktır, Selim fıtratından neyi eksik yapan, bu nimeti
ilahiden mahrum olacaktır?
Büyük
Müfessir Elmalılı Hamdi Yazır, mizaç kelimesine şöyle anlam vermiş; Mizac,
İsm-i alettir. Bir şeye katılan katkı demektir. Sonradan eklenen, aslında
olmayan şey, eklenen şey anlamındadır.
İnsanın
mizacı dediğimizde sonradan bünyeye katılan şey demek midir? Yoksa insanın
kendi ihtiyarı ile bünyesine aldıklarından fıtratındaki değişiklerle gelişen
huy ve karakter midir? Bunlar üzerinde de düşünülmeye değer hususlar vardır.
Şimdi bir takım sorularla beyinlerde oluşan bu
karışıklığı izale etmek için çapa harcayalım ve Kur’an-ı Hak’im’e tekrar kulak
verip, derin bir dalış yapalım. Ebrar diye vasıflanan insanlar kimlerdir?
Onların özellikleri neydi? Allah’ın özel misafirleri olarak ağırladıkları
bahtiyar zümresi, bu güzel kulların sayılan özellikleri nedir? Şimdi okumaya devam edelim.
İyiler, gerek Allah’a verdikleri
sözleri gerekse kullara verdikleri sözlerini tutan adamlardır. Bunlar bu
özellikleri ile de ibadullah olarak Allah tarafından özel isimlendirme ile de
ödüllendirilmişlerdir. Bu o kadar net bir şereftir ki, Allah’ın ismi celiline
izafe edilmişlerdir.
Bir başka açıdan ise eğer Allah cc.
Üzerlerine bir sorumluluk yüklemiş ise bunlar üzerlerine aldıkları
sorumluluklarını ya da nezretmişlerse de, bir sorumluluk yüklenmişlerse de hiç
tereddüt etmeden yerine getiriler. Allah’ın üzerlerine farz ve vacip kılmadı
şeyleri de üzerlerine Nezredecek olsalar da onu da harfiyen yerine getirirler.
Bu davranış artık bunların özellikleri oluvermiştir.
Diğer yandan; şerri çok yaygın olan
bir günden de korkarlar. Korkarlar çünkü şerrin kendilerine de dokunma
endişesini taşırlar.
Huzeyfe b. el-Yeman (ra.) bir gün
kendisine ulaşmasından korktuğu şer konusunda Resûlullah’ın şöyle demişti. “Ey Allah’ın Resulü, mutlaka bizler (İslam’dan
önce) cahiliyyede şerler içinde idik. Derken Allah bize hayrı getirdi. Acaba bu
hayırdan sonra kötülükler var mı? Bunun üzerine Allah Resulü “evet”
buyurdu. O: “Peki bu şerden sonra
hayırdan bir şey var mı? “Resulullah (yine) “evet” buyurdu. Sonunda
Huzeyfe (ra.) yine sordu: “Bu şerlerden sonra da hayır var mı?” Resulullah
(sav) “Evet” buyurdu ve ekledi,“(Bir
kısım) çağırıcılar yani davetçiler gelecek ve cehennem kapılarına çağıracaklar,
kendilerine icabet edenleri de oraya yönelteceklerdir. Onu oraya atacaklar”
Bunun
üzerine ben: “Onları bize tarif eder misin?” dedim.
Resulullah:
“Onlar sizin aşiretinizden,
içinizdendir. Sizin dilinizle konuşurlar” dedi. (Yine) ben: “Bu zamana
ulaşırsam bana ne yapmamı emredersin? Dedim.
Resulullah
şöyle buyurdu. “Müslümanların
cemaatine ve onların imamına (önderine) uy ve bunlardan ayrılma”
Bunun
üzerine: “Onların cemaati ve önderi yoksa?” dedim. “O zaman cemaati ve imamı olmayan fırkaların hepsinden ayrıl, şayet bir
ağacın köküne (kovuğuna) sığınabilirsen, ölüm sana yetişinceye kadar bu hal
üzere ol.” (Buhari 8/93)
Yorumlar kapalı.