Seldanur’un anlattıkları raporda şu sözlerle yer aldı: “İşin acı tarafı bizim hemcinslerimizin bizi anlamamakta ısrar etmesi. Örneğin Necla Arat. Geldi işte ikna etmek için bizleri, Oktay Ekşi ile birlikte. İkna etmek için uğraştılar, uğraştılar edemediler. ‘Sen nereye gidiyorsun, dördüncünün beşincisi olmaya mı’ diye sordular. Nur Serter de aynı şekilde. İlk başlarda, ‘ikna odalarının mimarı benim’ diyordu. Bunlar bizim çocuklarımıza yarın öbür gün açıklayamayacağımız şeyler.” TESEV raporunda hakkındaki iddialarla ilgili telefonla aradığımız Oktay Ekşi “Raporu yayınlasınlar da ondan sonra konuşuruz” dedi. İstanbul Üniversitesi eski Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu, ikna odaları konusunda topu Nur Serter’e attı. İkna odaları faaliyette olduğu sırada yurtdışında bilimsel araştırma yaptığını söyleyen Alemdaroğlu, “Nur Hanım vekil rektördü. Vekil rektör, rektörün tüm yetkilerini taşır. Kamera kayıtlarından haberim olsa ya da olmasa ne ifade eder” dedi. Alemdaroğlu, “Benim rektör olarak her şeyi bilmem gerekmiyor. Bu düzenleme içinde vekil rektör, yönetim kurulu üyeleriyle birlikte kimisi 18’i doldurmamış öğrencilere yasa ve yönetmelikleri anlatarak mağdur olmamalarını, İ.Ü’yü kazanmış öğrencilerin mağduriyetini önlemek için açıklama yapıyor. İkna odası ne demek? İşkence odası haline dönüştürmenin anlamı var mıdır?” Prof. Alemdaroğlu ikna odalarını tartışmanın da “Anayası’nın ilk üç maddesi, 174. maddesi ve İnkılap Kanunları’na aykırı” olduğunu savundu.
Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Zafer Üskül, son günlerde yurdun çeşitli yerlerinde bazı ilköğretim öğrencilerinin başörtüsüyle okullarına gitme taleplerini “Bu iş daha ileriye giderse, aile çocuğu baskı altına alırsa çocuk aileden alınır” diyerek tehditte bulunuyor. Devletin, çocuğunun başını örtüyor diye anne babanın velayet hakkını almayı düşünmesi, tüm hukuki çarpıklığının ötesinde bir de bu tehdidin Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı sıfatını taşıyan Prof. Üskül’ün ağzından yapması, vesayetçi devlet anlayışının gerektiğinde başvurabileceği faşist uygulama yanında bir de siyaseten intihar olduğunu kayda geçirmem lazım. Çocukların hangi hallerde anne babalarından devletin koruması altına alınabileceği yasalarımızda belli iken, çocukların kılık kıyafetlerinden dolayı vesayet altına alınması insan haklarına aykırıdır. Çünkü anne babanın çocuk üzerindeki haklarından biri de çocuğunu dini inancı doğrultusunda eğitmesidir. Prof. Üskül’ün uzun uzun sıraladığı gerekçelerle 28 Şubat döneminin din eğitim öğretimine darbe vururken ileri sürdüğü gerekçeler arasında çok fazla bir fark yok. Son bir not; eğitim sistemimizin hiçbir kademesinde, öğrencinin kılık kıyafetinden dolayı okula alınmasını yasaklayan bir suç ve bu suçun karşılığı ceza düzenlemesi yok. Ama, Meclis İnsan Hakları Komisyonu Başkanı da olsanız “tehdit” bir suçtur.
Haber, “Çarpık zihniyetin bir belgesi daha ortaya çıktı. Milli Güvenlik dersine giren subaylara istihbarat zorunluluğu getirildiği belirlendi” cümlesiyle başlıyordu 10 Kasım 2010 tarihli Bugün gazetesinde. Haberin özü şu cümlelerle ifade edilmiş; “Milli Güvenlik dersine giren subayların her ay düzenli olarak rapor hazırladığı ortaya çıktı. Öğretmenlerin siyasi düşüncelerinden öğrencilerin giyimine, etkinliklerden panoya asılan ilana kadar her şey Karargâha bildirilmiş.” “Milli Güvenlik Bilgisi dersleri için görevlendirilen subayların gittikleri okullarda yöneticileri, öğretmenleri ve öğrencileri fişledikleri ortaya çıktı. Milli Güvenlik Bilgisi öğretmenlerinin okullardaki birçok faaliyeti ‘irticai’ etkinlik diyerek üstlerine rapor ettikleri belirlendi. 9. Kolordu Komutanlığı’nın bulunduğu Erzurum’da subayların “Milli Güvenlik Bilgisi Öğretmenleri Kontrol Formu” adı altında bir belgeyi her ay düzenli bir şekilde doldurarak üstlerine verdikleri tespit edildi.” Resmi belge suretleri, bu belgelere iliştirilmiş resimler, haberde adı geçen Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup subayların isim, rütbe, görev yeri, Milli Güvenlik dersine gittikleri okul adları gibi bir haberde aranacak tüm unsurlar açık açık yazılmış.. ve bu habere göre, Türkiye’nin her yerinde insanlarımız, kurumlarımız, aynen 28 Şubat sürecinin illegal Batı Çalışma Grubunun metotlarıyla fişlenmeye devam ediliyor. Haberde dikkatimi çekti, bu işte sadece muvazzaflar değil, eşleri de belli bir misyon yerine getiriyor.
Öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’de bu konu daha çok tartışılacak; tamamı vehim ürünü paranoyaların rehabilite edilmesi daha çok çaba sarfedilmesini gerektirecek.. daha çok zaman alacak. Şimdilik yazacaklarımı bu iki köşe yazısına sığdırmaya çalıştım ama, söyleyecek daha çok sözümüz var. Günü ve yeri geldikçe onları da sizlerle paylaşacağım. Arife günü bu sütunlarda tekrar beraber oluncaya kadar esen kalın.
Yorumlar kapalı.