Sorumsuzca ve biraz da haince uydurulan kavramlar,
helâk edici bir kaosun, bir karmaşanın kanı canı oldu yıllardır. Sağcı-solcu,
aydın yobaz, çağdaş-çağdışı, komünist faşist, ırkçı-sosyalist gibi kelimelerle
birbirine sataşan ve bazen savaşan bir milletin evlatları, nice güzelim, nice
kıymetli yılları tüketiverdi. Zaman, avuçlardan sızıp kaybolan su gibi süzülüp
gitti. Zaman, yani fırsatlar…
Ne
yapabilirdik ki? Kelime ve kavramlarla yapılan bu galibi olmayan savaşa
mahkumduk. Çünkü hüviyetimizi kaybetmiştik. Yani imanımızı. Tam bin yıldan beri
bu milletin hüviyeti imanıydı. Necip Fazıl, “bir şey koptu benden, şey, her
şeyi tutan bir şey” diyordu. O “şey” bizi bir zamanlar cihan hakimi yapan
şanlı kimliğimizdi. Rabbimizin, “…. O, size Müslümanlar adını verdi” (Hac/78)
fermanındaki ismimizden kopmuştuk. Görünürde adımız değişmemişti ama, artık
adımız kimliğimiz değildi. Sağ, sol, çağdaş, ilerici gibi bizim için çoğu sahte
tali tanımlar asıl kimliğimizi lafta bırakmıştı, hayatımızdan kovmuştu.
Bu kökten
kopuş, bizi ışık kaynağımızdan ayırmıştı. Ortada gündüzü kaybeden bir millet
vardı artık. Aydınlarımız “biraz ışık” diye inliyordu. Tanzimat aydınları bizden kopup giden şeyle
nelerin kopup gittiğini bir türlü anlayamamışlardı.
Derken,
sağ-sol, ilerici-gerici, alafranga-alaturka, aydın-yobaz gibi; “izm”ler
“ist”ler gibi kavramların arkasından ideolojiler gelip geçti fikir
hayatımızdan. Daha doğrusu kavramlar ideolojiye dönüştü. Doktrinler yazıldı.
Çok geçmeden ideolojiler bayraklaştı. Arkalarından yığınları sürüklediler. Her
ideoloji insanımıza saadetler vaad etti, dünyayı cennete çevireceklerini iddia
ettiler. Kısaca ideolojiler de ümit oldu, hayallerimizi süsledi. Kavramlar
gibi. Beşerin hasta ve noksan idrakinden çıkan bu kavram ve ideolojilerle
avunurken, Kur’an’ı unutuverdik. O, münzevi dervişlerin zaviyelerinde kaldı.
İdeologlara bir mürit saflığıyla teslim olduk. Onlar mürşitlerimiz oluverdiler.
Rabbimizin,
“Ey iman edenler Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun”
(Tevbe/119) emrini hatırlama imkânı bulamadık. Gerçek mürşitlerimizi
kaybetmiştik. Mürşitsiz bir nesli, kılavuzlarını kaybetmiş bir nesli,
kavramlarla, ideolojilerle avutup yönlendirmek artık kolay olacaktı. Kavramlar
kelimeler art arda geldi. Kimi zaman hayal ve ümitlerimizi sömürdüler.
Kimi
zaman asıl kimliğimizi peçelediler. Kimi zaman düşünce selametimizi tehdit
ettiler. Kimi zaman bizleri avuttular. Kimi zaman pasifize ettiler. Kimi zaman
da inanç temellerimizi sarsmaya yeltendiler. Hâlâ devam etmekte, maalesef
yandaşlar bulmakta. Ama unuttukları bir şey var : Yıllardır fitneyle, fücurla
mücadele eden bu milleti uyuyor zannedenler, içlerinde ebediyen uyumayan baba
yiğitlerin var olduğu. Zamanı ve yeri geldiğinde görecekler inşallah. Hoşça
kalın.
helâk edici bir kaosun, bir karmaşanın kanı canı oldu yıllardır. Sağcı-solcu,
aydın yobaz, çağdaş-çağdışı, komünist faşist, ırkçı-sosyalist gibi kelimelerle
birbirine sataşan ve bazen savaşan bir milletin evlatları, nice güzelim, nice
kıymetli yılları tüketiverdi. Zaman, avuçlardan sızıp kaybolan su gibi süzülüp
gitti. Zaman, yani fırsatlar…
Ne
yapabilirdik ki? Kelime ve kavramlarla yapılan bu galibi olmayan savaşa
mahkumduk. Çünkü hüviyetimizi kaybetmiştik. Yani imanımızı. Tam bin yıldan beri
bu milletin hüviyeti imanıydı. Necip Fazıl, “bir şey koptu benden, şey, her
şeyi tutan bir şey” diyordu. O “şey” bizi bir zamanlar cihan hakimi yapan
şanlı kimliğimizdi. Rabbimizin, “…. O, size Müslümanlar adını verdi” (Hac/78)
fermanındaki ismimizden kopmuştuk. Görünürde adımız değişmemişti ama, artık
adımız kimliğimiz değildi. Sağ, sol, çağdaş, ilerici gibi bizim için çoğu sahte
tali tanımlar asıl kimliğimizi lafta bırakmıştı, hayatımızdan kovmuştu.
Bu kökten
kopuş, bizi ışık kaynağımızdan ayırmıştı. Ortada gündüzü kaybeden bir millet
vardı artık. Aydınlarımız “biraz ışık” diye inliyordu. Tanzimat aydınları bizden kopup giden şeyle
nelerin kopup gittiğini bir türlü anlayamamışlardı.
Derken,
sağ-sol, ilerici-gerici, alafranga-alaturka, aydın-yobaz gibi; “izm”ler
“ist”ler gibi kavramların arkasından ideolojiler gelip geçti fikir
hayatımızdan. Daha doğrusu kavramlar ideolojiye dönüştü. Doktrinler yazıldı.
Çok geçmeden ideolojiler bayraklaştı. Arkalarından yığınları sürüklediler. Her
ideoloji insanımıza saadetler vaad etti, dünyayı cennete çevireceklerini iddia
ettiler. Kısaca ideolojiler de ümit oldu, hayallerimizi süsledi. Kavramlar
gibi. Beşerin hasta ve noksan idrakinden çıkan bu kavram ve ideolojilerle
avunurken, Kur’an’ı unutuverdik. O, münzevi dervişlerin zaviyelerinde kaldı.
İdeologlara bir mürit saflığıyla teslim olduk. Onlar mürşitlerimiz oluverdiler.
Rabbimizin,
“Ey iman edenler Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun”
(Tevbe/119) emrini hatırlama imkânı bulamadık. Gerçek mürşitlerimizi
kaybetmiştik. Mürşitsiz bir nesli, kılavuzlarını kaybetmiş bir nesli,
kavramlarla, ideolojilerle avutup yönlendirmek artık kolay olacaktı. Kavramlar
kelimeler art arda geldi. Kimi zaman hayal ve ümitlerimizi sömürdüler.
Kimi
zaman asıl kimliğimizi peçelediler. Kimi zaman düşünce selametimizi tehdit
ettiler. Kimi zaman bizleri avuttular. Kimi zaman pasifize ettiler. Kimi zaman
da inanç temellerimizi sarsmaya yeltendiler. Hâlâ devam etmekte, maalesef
yandaşlar bulmakta. Ama unuttukları bir şey var : Yıllardır fitneyle, fücurla
mücadele eden bu milleti uyuyor zannedenler, içlerinde ebediyen uyumayan baba
yiğitlerin var olduğu. Zamanı ve yeri geldiğinde görecekler inşallah. Hoşça
kalın.
Yorumlar kapalı.