İnsanoğlunun sosyal bir varlık olarak yaratılması nedeniyle tek başına yaşaması, adeta olanaksızdır. Cemiyet hayatının parçası olan fert, sosyalleşmeye mecburdur. Sosyalite dediğimiz durum ise bilinçlenmeyi zorunlu kılar. Bu alanı inceleyen, toplumun bir arada ve sorunsuz şekilde hayatını sürdürmesini araştıran bilim dalının “sosyoloji” olduğu malumumuz. Üyesi bulunduğumuz sosyal hayatın kurallarına uygun şekilde yaşamak başlıca görevimiz olmalı. Zira böylesi hem kendimiz hem de toplum için son derece faydalı ve zaruridir.
İşte bu sosyal iletişimlerin sonucu olarak insanlar ya bir araya gelmekte ya da kutuplaşma oluşturmaktadır. Kardeşlik, arkadaşlık, dostluk, dayanışma, yardımlaşma, vakıf faaliyetleri, sivil toplum kuruluşu üyeliği bu gruplaşmanın olumlu örneklerinden. İşte bu birlikteliklerden en sağlam olanı “kardeşlik hukuku” dur.
Gerçekten de toplumsal olarak yaşamakta olduğumuz süreç, insanları; dostluk, kardeşlik ve arkadaşlık kurmaya öylesine muhtaç kılmaktadır ki. Pozitivist ve çatışmacı bir medeniyet kurmak isteyenlere inat bu dayanışma kaçınılmazdır. Zira insanı yok ederek, savaşarak ve sömürerek kurulan bir medeniyeti, biz medeniyetten sayamayız. Sevgisiz bir toplumun huzur ve mutluluk üretmesi de tabiata aykırıdır. Hiçbir devirde olmadığı kadar bu zamanda kardeşlik dayanışmasına ihtiyacımız bulunmaktadır. Hem de hiç ertelemeden, ötelemeden.
Yoksa yalnızlık kıskacında, bireyselliğin acımasız tahakkümüyle sancılar içinde kıvranıp duracağız! İnsanların bir araya gelmesiyle oluşan toplumun, huzur ve sükûn içerisinde varlığını sürdürebilmesinin bazı kuralları vardır. Kimisi yazılı kimisi de geleneksel, sözlü ve uygulamalı kurallardır tüm bunlar. Gerek bireysel gerekse toplumsal olarak insan, insana muhtaç yaratılmış. İnanç sistemimiz açısından ise; bireysel ve sosyal yönüyle Allah (c.c.)’a kulluk ve kardeşliğe dayandırılan bir toplum tasarlanmıştır. Bu yönüyle İslâm, bir bütün olarak tüm ümmeti‘aile’ gibi kabul etmektedir.
Peki, günümüzde durum nasıldır? Sanki böyle emredilmemişçesine, tam zıddınadır. Müslümanların üzerlerinde oynanan oyunlar, savaşlar, zulümler her gün biraz daha artarak bu günlere gelinmiştir. Büyütülmek istenen ateş çemberindeki ülkeler, dikkat edilirse hep İslam ülkeleridir. Peki, İslam ülkeleri bu zilleti yaşamaya mahkûm olacak şekilde düşmanlarına göre, sayıca, silahça ve kuvvetçe gerçekten çaresiz, aciz bir konumda mıdır?Aklı başında herkes bilir ki, durum hiç de böyle değildir. Ne yazık ki, İslam ülkelerinin değişik sebeplerle birbirlerinden koparıldığı, sevgisizleştirildiği ve birbirlerine düşman yapıldığı da hazin bir vakıa değil midir?
Uzağa gitmeğe hiç de gerek yoktur. Öncelikli olarak bireysel, özel ve komşuluk ilişkilerimize bakacağız. Kendi yakın çevremizden konuyu irdelemeye başlayacağız. Arkadaşlık, dostluk ve kardeşliklerimizin temeli nelere dayanıyor, kaç gün sürüyor birlikteliklerimiz. Ve ne kadar samimidir ilişkilerimiz. Bu soruların cevabını net olarak verebiliyor ve kendimize dürüst olabiliyorsak eğer, bu oyunlara gelmenin de önüne geçebiliriz diye düşünüyorum.
Kardeş doğuyoruz da kardeş kalabiliyor muyuz gerçekten?
Yorumlar kapalı.