İstiklal sözcüğünün anlamına bakılınca birden çok anlamının
olduğunu görürüz. Bunlardan birkaçı şöyledir: Bağımsızlık, kendi başına olmak,
kimseye bağlı olmayış, müstakil oluş gibi manaları vardır.
Bir milletin istiklalini yani
bağımsız ve hür olmasını ifade eden unsurların başında, kendi kendine yetmesi
ve bir başkasına bağımlı olmamamsı gelir. Onun için istiklal marşının
dizelerinde Akif:
“Ben ezelden beridir hür
yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış?
Şaşarım!
Demek suretiyle istiklal marşının kelime manasını da
bildirmektedir. Marş okunacaksa evvel emirde okumaya buradan başlanmalıdır.
Yoksa okumak anlamak değildir. Madem İstiklal Marşının kabulünün yıl dönümü
olan
kutlayacağız, bu minval özere de anlamalıyız ki anmak ve anlamak bir işe yarasın.
Bu bağımsızlık ve kendi kendine yeter
olma hali, ne ile ifade edilmelidir? Ya da kendi başına olma ve kimseye bağlı
olmama hali nasıl bir hakikattir? Müstakil
bir devlet olma hali ne ile ölçülür?
İşte bu sorulara da bir miktar eğilmek istiyorum. Bir
devlet ve millet kendi değer yargılarıyla ve öz benlikleriyle ayakta
durabiliyorsa, öz kaynakları ve gelirleriyle bir başkasına muhtaç olmuyorsa,
işte o devlet ve vatandaşları istiklal açısından istikbale daha aydınlık bakabiliyorlar
demektir. İstiklalleri kendilerinden demektir. Başkalarından emir almıyorlar
demektir
“Gâvurun ekmeğini yiyen kılıcını sallar” derlerdi
büyüklerimiz. Ekmeği de katığı da kendinden olan milletler her daim başları dik
ve özgüvenleri tam olan milletlerdir. Bundan dolayı M. A. ERSOY Üstadı şöyle
demektedir:
“Garb’ın
afakını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu
göğsüm gibi serhaddim var.”
Aslında bir millete kendisinden başkası olmamasını tavsiye
etmektedir. Heyhat ki! Ecnebiler gibi yaşamayı, onlarla beraber olmayı, onları
adım adım, karış karış taklit etmeyi modernitlerinin gereği olarak görenler,
batı medeniyeti deyince tüm asaletini inkâr edenler, ecdadına sövmeyi aydınlık
ve modernlik sayanların istiklalden anladıkları yoktur. Onlar Akif merhumu da
onun savunduğu davayı da anlayamazlar.
Onu anlamanın
yolu, yerli olmaktan, milli olmaktan, kendimiz olmaktan, ecdadının yoluna ve izine
tabi olmaktan geçer. İstiklali anlamak, kendi öz markanı oluşturmak demektir.
Öz mimarini kurmak demektir. Kendine ait mahalleler ve caddeler tasarımlamak
demektir. Kendi sanayini, kendi hammaddeni kullanmak ve üretmek demektir. Yoksa
bütün anmalar ve bütün törenler, sadece hamasi söylemlerin olduğu, nefislerin
kabardığı kuru söylemin ötesine geçmeyecektir.
Garb’ın afakını sarmışsa
çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi
serhaddim var
M.Akif ERSOY İstiklal mücadelesi
yıllarında bütün gücüyle şöyle haykırıyordu: Ey bu vatanın evlatlarını yok
etmek üzere gelmiş olan tek dişi kalmış canavar! Şunu bilmelisin ki, bu millet ezelden beri hür yaşamıştır, hür
yaşayacaktır. Onun özgürlüğünü elinden almak isteyen ancak çıldırmış olmalıdır.
Çünkü tarihin hangi döneminde olursa olsun, kim onun hürriyetine, vatanına,
imanına, namusuna kastetmiş ise, en elim bir şekilde cezalandırılmıştır. Onun
hürriyet, insanlık, adalet ve bağımsızlık yürüyüşünü hiç kimse durduramamıştır,
durduramayacaktır. Mu milletin has evlatları öldü dendiğinde küllerinden
dirilmişlerdir. Ne garbın çapulcuları ne de onların maşaları ve uşakları hiçbir
şekilde bu vatanın asil evlatlarını ihanet bataklığına çekememişlerdir, asla da
çekemeyeceklerdir. Bu vatanın asil evlatları, hürriyet ve namuslarını satmamışlardır
asla da satmayacaklardır. İmanları budur, istikametleri de bu yönde olacaktır.
Garbın
silahları veya maddi güçleri ne kadar fazla olursa olsun, hürriyetine ve
istiklaline inanmış bu milletin tertemiz evlatları, hiçbir zaman tek dişi kalmış
canavara geçit vermeyeceklerdir. Girdiği her yerde ocakları söndüren, çocukları
yetim ve öksüz bırakan, dünyayı kana bulayan babaları anaları katleden, kandan
ve gözyaşından beslenen bu düşmana karşı milletin asli gücü: “ iman dolu
göğsüm gibi serhaddim var.” İfadesi olacaktır.
M.Akif,
milletin tekrar nereden kalkacağını çok iyi biliyordu. Belki de buna işaret
için kurtuluş savaşı esnasında,
ümitsizliğe düşmekten insanımızı kurtarmak, birlik ve beraberlikten ayrılmamak
ve orduya yardım etmek gibi konularda Fatih, Beyazıt, Süleymaniye camilerinde,
Balıkesir’de ve Kastamonu Nasrullah Camisinde vaazlar vermek suretiyle halkın
bilinç ve heyecanını diri tutma gayreti güdüyordu.
Şairin,
gönlünden değil, bizzat Anadolu topraklarının bağrından yükselen milli bir
seslenişi, istiklali diri tutmayı haykırıyordu.
Bu gün görev bizdedir. Kim ki bu yurdun
bir karış toprağına göz diker, insanlarının hürriyetini ihlal eder, namusunu
kirletmek isterse bilsin ki bu vatanın evlatları, atalarının kanlarıyla
sulanmış bu topraklarda asla düşmanlara yer vermeyecektir.
O zaman ey Müslüman Türk Evladı!
“Bastığın
yerleri toprak diyerek geçme tanı,
Düşün
altında binlerce kefensiz yatanı.”
Şimdi samimiyet vaktidir. Şimdi kendi
kendine iç muhasebe etme vaktidir. Şimdi
naz ve niyaz vaktidir.
Ruhumun senden, ilahi, şudur ancak
emeli:
Değmesin mabedimin
göğsüne namahrem eli.
Bu ezanlar-ki şahadetleri dinin temeli
Ebedi yurdumun üstünde benim inlemeli
Bizler kökleri
mazinin derinliklerinde olan ama gözleri ise her zaman ufukların ötesinde olan
geçmişini inkâr etmeyen geleceğini ihmal etmeyen bir milletin evlatlarıyız.
Bayrak, vatan, hürriyet, camii, namaz ve medeniyet, ezan ve şahadet nedir çok
iyi biliriz. Başta İstiklal marşımızın yazarı olmak üzere bütün istiklal
şahitlerimize ve gazilerine Allahtan rahmet diliyor ve şu niyazla yazımı
bitiriyorum:
“Yarabbi!
Bizim günahlarımızı affet, bizi bağışla, bize merhamet et. Kâfir ve zalimlere
karşı bize yardım et.“ (Ayet)
Yorumlar kapalı.