İnsan olarak dünyaya gönderilmemiz, doğuştan torpilliğimizin de bir tescili sayılmıyor mu? Peki, bu torpillik, dünya üzerinde ne kadar hüküm sürebiliyor dersiniz… İnsan olmak başlı başına bizi yaratana karşı teşekkürü, bir borç olarak beraberinde getirmekte iken… Fakat ne gariptir ki insanoğlu, yine kendinden olan insana zulüm etmekten geri kalmıyor!
İşte birçok sahada yine tekrarlanan insan hakları ihlalleri silsilesi..! Yani zülüm adına yine bir sürü kötü örnek ve dünya klasiği olarak karşımızda durmakta. Büyük-küçük her sahada; insanların canı, malı, namusu ve her türlü değeri, hem de tüm insanlığın gözü önünde çiğnenmekte…
İnsan hakkı ihlallerini kendi ölçeğimize de uyarlamamız mümkün. Gerek İlçe insanımızın iş hayatında, gerek ast-üst, gerekse her türlü bireysel ilişkilerde, değişik dozajlarda bu örnekleri görmek mümkün. Çok yazık değil mi? İnsan olarak bir kez dünyaya gelmişiz ve misafiriz… Gelip, geçici şu han’da; insana insan gibi davranıp, topyekûn olarak insanca yaşamanın güzelliğine ve tadına varmak varken… Bunca kötülük kime ne kazandırıyor ki? Kötü söz gibi, kötü davranışlarda insanın kendisine ait değil mi? Yani; “herkes kendine yakışanı yapar” demek doğru bir tanımlama. Tabiatı bozuk olanlardan elbette düzgün davranışlar ortaya çıkmaz. Tabiatı düzgün olan insan ise; istese de kötü olamaz! O yüzden bir fert, insan olma bilinci içinde olursa; ne tabiatına söz söyletir, ne de soyunu karalatır! Ancak ve ancak arkasından “adam evladı ya da hanım evladı” dedirtir.
İyi olma mücadelesi ise; insan olmanın mecburi gereği ve zor olanın tercihi. Kötü insan olmak ve kötülük ise kolay olanı seçmek… Hele de günümüzde en kolay olanı! Yiğitlik ve erdem ise; iyi olabilmekle mümkün değil midir? Herkes iyilik yapmak, iyi olmak ister, bunu temenni eder, ama iş aksiyona gelince olayın rengi değişir. “Benim kalbim temiz, iyi niyetliyim” diyerek salvo yapar. İyisin de kardeşim, nerede senin iyiliklerin o zaman? Sözüne inandık, ama icraatını da görelim diye bir beklenti içinde olmak yanlış mıdır? Bu yüzden “lafla peynir gemisini yürütmek” olmaz. İcraatla yürütmek, ter dökmek ve emek vermek gerekir. “Lafa para yok, icraata var!” demişler bu nedenle.
Evet, birde iyiliğin karşısında yer alanlar var. Kendileri iyilik yapmadıkları gibi başkalarının da iyiliğine engel olmaya çalışanlar… “Gölge etme başka ihsan istemem” deseniz de, sizin yaptığınız iyilikleri sizden kıskanır, iyilik yapılana da haset ederler. Rastlarsınız şöyle etrafınıza bir göz gezdirdiğinizde böylelerine… Bu yaklaşımın bilinçaltı ne olabilir, neyle tarif edilebilir ki. İnsan isek eğer; iyiliğe susamış şu toplumda iyiliklerin engellenmesi için uğraşmak, hangi vicdana sığar ve neyle tarifi mümkün olabilir? Biliyorsanız cevabını siz söyleyin lütfen! Bizde öğrenelim…
Demek ki insanlık öldü! İnsanlıkla insanların ilişkisi, menfaatleri kadar ilintilenir oldu. Menfaat varsa; menfaatperestler de var, menfaat yoksa ne iyilik var, ne yardımlaşma, ama görüntü de her türlü insanlık var. Yapay mı yapay, şekilci mi şekilci, sahi’likten uzak mı uzak…
Oysa iyilik yapmayı başaramayanlar, insan olmayı da beceremeyenler değil midir? İyilik bir insanlık ifadesi ise; ya iyilik yapamayanlar, onlar kötü insanlar mı? İyilik yapacak gücü olup da yapmayanlara ne demeli. İnsan hayatta ne için yaşar ki? Peki, yaptıklarına karşılık göremediği için iyilik yapmaktan vazgeçtiğini iddia edenlere ne diyorsunuz… “İyilik gariptir” diyenler, boşuna mı uyarmışlar. Ya da iyilik illa maddi midir? Herkesin hayat sınavı da kendi kulvarınca ve kendi şartlarına göre… O zaman iylikten karşılık beklemek, iyiliği yüze kakmak, iyiliğin kalitesini ve değerini de iptal etmez mi?
Herkesin, insanlık onuruna yakışır bir şekilde hayat sürdürebilmesini temenni ediyorum.
Yorumlar kapalı.