Bu konuda insanlar tutum ve
davranışları açısından dört kısımdır.
Birinci kısım: Halk
üzerinde egemenlik kurarak halka zulmetmeyi ve yeryüzünde fesat çıkarmayı
isteyenlerdir. Bunların yaptığı Allah’a isyandır. Böyle olanlar firavun ve
adamları gibidir. Bunlar yaratılmışların en şerlileridir.
Allahü Teâlâ şöyle buyurdu. “Gerçek şu: Firavun o yerde egemenlik kurmuş
ve ora halkını gruplara ayırmıştı. Onlardan bir topluluğu horlayıp eziyordu: Bu
topluluğun erkek çocuklarını boğazlıyor, kadınlarına hayâsızca davranıyordu. O
gerçekten fesadı yayanlardandı.” (Kasas.4)
Hz. Peygamberimiz bir defasında “Kalbinde zerre miktarı kibir bulunan
cennete giremez, kalbinde zerre miktarı iman bulunan da cehennemde kalmaz.”
Buyurdu. Bunun üzerine bir adam şöyle dedi. “Ya Resulallah! Ben elbisemin ve
ayakkabımın güzel ve bakımlı olmasını seviyorum. Bundan hoşlanıyorum. Bu
kibirden dolayı mıdır? Peygamberimiz. “Hayır. Allah güzeldir. Güzelliği de sever. Kibir,
hakkı bildiği halde inkâr edip reddetmek ve insanları hor görerek
küçümsemektir.”
İşte insanlar üzerinde egemenlik
kurarak zulmetmeyi, fesat çıkarmayı ve büyüklenmeyi arzulayanların durumu
budur.
İkinci kısım: Bunlar
halk üzerinde egemenlik kurmayı istemeyen, ancak fesat çıkarmayı isteyenlerdir.
Bunlar hırsızlar, arsızlar, suç işlemeye alışmış olanlardır ki, halkın en
aşağılık, zayıf karakterli sefil takımıdır.
Üçüncü kısım: Bunlar
fesat çıkarmayan, ancak halk üzerinde egemenlik kurarak onlara üstünlük
sağlamak ve baskı kurmak isteyenlerdir. Birisinde alacağı olup da, onunla o
kişiye üstünlük ve baskı kurmak isteyen kişinin durumuna benzer.
Dördüncü kısım: Bunlar cennet ehli olanlardır. Üstünlük kurmak, fesat çıkarmak gibi bir
düşünceleri yoktur. Ancak böyle bir amaçları olmadığı halde tabii olarak
diğerlerinden üstün bir konumda olurlar. Allahü Teâlâ şöyle buyurdu. “Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer inananlar
iseniz, üstün gelecek olan sizlersiniz.” İnanan insana yakışan, izzet ve
şerefin Allah katından olduğuna, Allah Resulüne ve müminlere ait olduğuna
inanmaktır.
Nice halk üzerinde üstünlük kurup
baskı yapmak isteyenler vardır ki, sonunda sefil olmuşlardır. Niceleri de
vardır ki üstünlük kurmayı ve fesat çıkarmayı istememişlerdir ama sonunda üstün
olmuşlardır. İnsanlar üzerinde üstünlük kurmaya çalışmak zulümdür. Çünkü tüm
insanlar insan olmaları hasebiyle birbirinin aynısıdır. İnsanın kendisinin
üstün olmasını istemesi, benzerlerinin onun altında olmasını gerektirecektir.
Bu ise zulüm olarak algılanacak kızgınlığa ve düşmanlığa sebep olacaktır.
Adil düşünen bir kimse benzerlerinden
aşağıda olmayı sevmeyecektir. Ancak bu durum şer’an ve tab’an böyledir. Başka
çaresi yoktur. Çünkü insanlar bazı konularda birbirinden üstün kılınmışlardır.
Yüce Allah insanların bir kısmının bir kısmına muhtaç olması ve aralarında bir
bağ kurulması için farklı yaratmıştır.
Ayet-i Kerimede şöyle buyrulur. “Dünya hayatında onların geçimliklerini
aralarında biz paylaştırdık. Ve onların kimini kimine derecelerle üstün kıldık
ki, bazısı bazısını çalıştırsın. Rabbinin rahmeti, onların derleyip
topladıklarından daha hayırlıdır.”(Zuhruf.32)
İtaat ehli masiyet ehlinden ancak iyi
niyet ve Salih amel ile ayrılır. Hadis-i şerifte şöyle denildi. “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza
değil, kalplerinize ve işlerinize bakar.” Ancak genellikle yetki sahipleri
nal ve şeref isteyerek, imanın
hakikatlerinden uzaklaşırlar.
Bu konuda iki farklı tutum ve
davranış vardır:
Birincisi: Kendilerini
dindar olarak gördükleri halde, dini açıdan uymak zorunda oldukları, yönetim,
cihat ve mal konusundaki dini gereklilikleri hakkıyla yerine getirmeyenlerdir.
Bunlar dindarlık iddiasında oldukları halde, dinin emir ve yasaklarına
aldırmazlar. Bunlar yoldan sapmış olan Hıristiyanlara benzerler.
Hıristiyanların pek çoğu, dinlerinin emrettiğinin aksine haram yiyen, dini
konularda aşırı giderek dini mecrasından çıkaran kimseler olmuşlardır. Fatiha
Suresinde uzak kalmayı istediğimiz “Yoldan sapanlar” olmuşlardır.
İkincisi: Saltanata, mala, mülke yapışıp tutundukları
halde, bunlarla dinin ayakta tutulmasını istemeyenlerdir. Maksatları bu
değildir. Bunların yolu da Fatiha Suresinde sakındığımız ve uzak olmak
istediğimiz “gazaba uğramış olanların yoludur.” Yani Yahudilerin yolu gibidir.
Yahudiler, dinlerine sadık göründükleri halde, dinlerinin gereğini yapmayan,
peygamberlerini dinlemeyen, dinlerini kendi keyiflerine göre uyguladıkları için
de Allah’ın gazabına uğramış olanlardır.
Fatiha suresinde, Allah’ın talim
buyurduğu duada, bizim “Allah’ım bizi
sırat-ı müstekım’e ilet” diye ettiğimiz duadaki “Sırat-ı müstekım”,
Allah’ın kendilerine nimet verdiği insanların, peygamberlerin, sıdıkların,
şehitlerin ve Salihlerin yoludur. Hz. Peygamberin, O’nun halifelerinin ve
ashabının yoludur. Onlar bizden önce yaşamış olan muhacirler, ensar ve onların
yolunu iyiliklerle ve güzelliklerle takip edenlerin yoludur. Allah onlardan
razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlar için altlarından
ırmaklar akan ve içinde devamlı kalacakları cennetler hazırlamıştır. Büyük
kazanç ve kurtuluş da budur.
Dini hayatın olgunlaşması, Allah’ın
hidayet kaynağı olan kitabına uymakla,
ekonomik ve askeri açıdan güç kazanmakla sağlanır.
Kur’an’da birleşildiği zaman dünya
dine hizmet eder hale gelir. Dinin ana kaynağı olan Kur’an insanlığın hidayeti
için, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için indirilmiştir.
Sahabeden Muaz bin Cebel şöyle der:
“Ey Âdemoğlu! Sen dünyadaki nasibine muhtaçsın. Ahiretteki nasibine ise, daha
çok muhtaçsın. Sen ahiret nasibine öncelik verirsen dünya nasibin de sana
ulaşır. O halde ahiretteki nasibini muntazam bir şekilde tanzim et. Eğer sen dünyadaki nasibine öncelik verirsen,
ahiret nasibin senden uzaklaşır. Bu durumda da sen dünyadaki nasibin konusunda
da bir tehlike üzerinde olursun.”
Bu sözün dayandığı kaynak Hz.
Peygamberimizden Tirmizi’nin rivayet ettiği şu hadistir. “Kimin ki öncelikli düşüncesi ahirettir, Allah onun yüzünü ak eder.
Kalbine zenginlik verir ve rağbeti olmadığı halde ona dünyalık verir. Kimin de
öncelikli düşüncesi dünyadır, Allah onun ile dünyası arasını ayırır. Onun gözünü
fakirlik korkusu bürür de bir türlü doymaz. Dünyalık olarak da kendisine takdir
edilmiş olandan fazlası verilmez.”
Bunun temeli de şu ayet-i kerimedir. “Ben, cinleri ve insanları bana ibadet
etmeleri/benim için iş yapıp değer üretmeleri dışında bir şey için yaratmadım.
Ben onlardan rızık istemiyorum. Hiç kuşkusuz, Allah Rezzâk’tır, bol rızık
verir. Kuvvet sahibidir, Metîn’dir, güçlü ve dayanıklıdır.”
(Zariyat.56.57.58)
İslam Dini,
dünya ve ahiret dengesini kuran bir dindir. Ancak ahiretin kazanılması dünyada
mümkündür. Bu yüzden dünyada yaptıklarımızın ahiret yönünün öncelikli tutulması
ve asla unutulmaması gerekmektedir.
Muhsin
ÖZDEMİR
Yorumlar kapalı.