Türkiye
20’nci yüzyılı ıskaladı. Bunun nedeni ne fakirliğimizdi, ne akıl/zeka
yetersizliğimiz ne de yetişmiş insan kıtlığı değildi. Türkiye’yi çaresizliğe
mahkum eden zihniyetin körler/sağırlar diyalogları ile yıllar geçip giderken, benzer
savaşların perişan ettiği nice çağdaşımız ülke, bugün bizim yüzyıl önümüzde yoluna devam
ederken bizden susup oturmamız istendi. Sanayide, teknolojide, insan
kaynaklarında, milli gelirde fersah fersah önümüzde olan ülkelerin bekçiliği rolü
bize biçilmişti. Son zamanlarda çokça kullanılan bir metaforla “oldukça
budanan, soldukça sulanan” çaresizlik öğretilmişti bize.. taki 21’nci
yüzyıla girinceye kadar.
Ülkemiz
insanının yönetimlerden uzak tutulan “milli ve yerli”
potansiyelinin ilk farkına varanlardan biri, bize bekçilik rolünü biçen ABD
devlet başkanı Bill Clinton olmuştu. O, 20’nci yüzyılın sonlarında “21’nci
asır Türk asrı olacak” derken gerçeği ilk gören yabancı devlet
adamıydı. Onun bu uzakgörüşlülüğüne itibar eden diğer egemenler de, 21’nci
yüzyılda Türkiye’nin uyanacak potansiyeline set çekmenin alternatif araçlarına
yatırım yapmayı ortak bir strateji olarak kurguladılar. Kullanıma hazır iki
araçları vardı; PKK ve FETÖ(Fetullahçı Terör Örgütü/ Paralel Devlet
Yapılanması). PKK, zaman zaman “ben buradayım” çıkışıyla
dikkatimizi Kandil’e çekerken asıl yatırım yapılan içerdeki PKK ve FETÖ
hücrelerinin güç devşirmesi, eğitim ve tahkimatı ustalıkla gözlerden ırak
tutulmaya özen gösteriliyordu.
21’nci
yüzyıla girerken, Clinton’ın işaret ettiği uyanış başlamıştı. 3 Kasım 2002’de
Ak Parti’nin beklenmedik çıkışı ve lideri Recep Tayip Erdoğan’ın sadece
içerdeki rakipleri karşısında değil, dünya egemenlerine de kafa tutmaya
başlaması ile Anadolu’nun uyuyan potansiyel gücü hem görünür oldu hem de
olağanüstü “çılgın” ataklarla, dünya egemenlerinin yuvarlak
masasında yer alacağını açık açık ilan etti. Tabi bu çıkış, Türkiye’yi tüm
bakışların ve şimşeklerin odağına koymaya yetti.
Türkiye’nin
“eski Türkiye” olarak kalması için vesayet odaklarına başkaldırmanın
faturasını Recep Tayip Erdoğan’a ve onun kurucu lideri olduğu Ak Parti’nin
tüzel kişiliğinde de tüm Türkiye’ye kestiler. Bu faturayı Recep Tayip Erdoğan
ve Ak Parti’nin atağa/ayağa kaldırdığı millet ödemeliydi.
Hafızalarımızı
tazeleyelim; içine karıştırılmış kumpas unsurlarını bir kenara bırakırsak Ergenekon,
Balyoz, 27 Nisan e-muhtırası, 367 garabeti, endişeli laiklerin Cumhuriyet
mitingleri, gazete küpürlerinden oluşturulan iddianameyle Ak Parti’yi kapatma
davası, Habur sınır tiyatrosu, barış ve kardeşlik adına oturulan Oslo sürecinin
içerden çökertilmesi, dersanelerin kapatılması gerekçe gösterilerek FETÖ’nün
uyuyan hücrelerinin uyandırılıp harekete geçirilmesi, daha atanır atanmaz
İsrail’in can düşmanı ilan ettiği MİT müsteşarı Hakan Fidan’a kurulan 7
Şubat Mit darbesi kumpası, Taksim Gezi
parkında yeri değiştirilmek istenen 3-5 ağaç bahanesiyle başlatılıp tüm ülkeye
yaygınlaştırılan “Gezi vandalizmi”nin “çapulcular”
destekli ekonomik çökertme operasyonu ve 17-25 Aralık operasyonları, MİT tır’larının
DAEŞ’le ilişkilendirilmesi… ve daha bir sürü ufak tefek ara olayları anarak
sözü uzatmadan, siyasi proje liderlerin parlamento atraksiyonlarını da not
etmem lazım. FETÖ’nün şantaj amaçlı montajlanmış tüm istihbaratının liderlerin
kuryeliğinde parlamento kürsülerine taşındı. TBMM’nin tarihinde bir leke olarak
yerini alırken bu lekelerin yaldızlanıp/parlatılıp kamuoyuna sunulması için de
Alman ortaklı Doğan Medya gurubunun tüm gazete ve televizyon kanalları, Gülen’in
doğrudan ve dolaylı bağlısı tüm gazete ve televizyon kanalları ile PKK medyası
en aktif rolü üstlenmek üzere seferberlik ilan ettiler.
Tüm
bu kirli ittifaklar ilk meyvesini 7 Haziran’da verdi. Gelinen noktada artık son
darbe vurulmalıydı ve PKK/HDP vargücüyle saldırıya geçti. 1 Kasım’a gelirken Türk
güvenlik güçleri, PKK’nın Kandil’ini söndürüp hendekleri patlayıcılardan
arındırırken, Pensilvanya’nın siyasi güdümündeki platformun siyasi aktörleri de millet arenasında sandığa tosladılar.
İnsanımız tüm kirliliklerden, çürümüşlüklerden ve pastan arınmak, geleceğin
daha güzel günler getirmesi dileği ile bir kez daha milli iradesini ortaya
koydu. Ne “çatı” kaldı, ne “blok” ne de “özyönetim”.
Yorumlar kapalı.