Dünkü ve ondan önceki yazılarımın özü, “İlk
Başkan&Son Başbakan..” tablosunun biçimlenişindeki mantık
denkleminin açıklarına dikkat çekmekti. Sorun, Erdoğan-Davutoğlu sorunu
değildi. Eminim “Başkan” Erdoğan, siyasi dehası ve firasetiyle bu
problemi en az hasarla atlatmanın bir yolunu bulur ve yıllardır kendisine gönül
vermiş kitlelerin güvenini yeniden kazanır.. buna şüphem yok. Ancak “başkanın
adamları”nın sokaktaki insandan en tarafsız aydın, yazar, kanaat önderi
tüm kesimlere yaşattıkları üzüntü ve kırgınlığı gidermek, bu puslu havadaki
kışkırtmaların da çarpan etkisi yaptığı açıklanamamazlıkları yeniden onarmak büyük efor gerektirecektir. Bu onarım
ve restorasyona harcanacak enerji, Yeni Türkiye’nin inşası için
biriktirilen gücün doğal olarak zayıflaması neticesini doğuracak akıldışı bir
israftır.
Geride
bıraktığımız Çarşamba gününden şu ana kadar yazılan/yapılan yüzlerce
değerlendirme ve analizin açık cümleleri dışında, satır aralarını da okuyup
gelinen noktadaki ortak kanaatlere bakıyorum; “Erdoğan nefreti”nin
gözlerini kör, kulaklarını sağır ettiği, dillerini zehirli akrep kuyruğu gibi
kullananların durumdan vazife çıkarıp, “fitne” ateşini körükleyen
söylemlerini ayrı bir rafa kaldırdığımızda, geriye kalan kimi tarafsız, kimi
siyasi yakınlıktaki tüm değerlendirmelerde dikkat çekilen bir ortak payda var
ki, bugün değilse yarın ama mutlaka bir gün kendini yüksek sesle dillendirecek
olan “Neden?” sorusuna tatminkar bir cevabın aranmakta olduğu
gerçeğidir.
Siyaseti yakından takip eden biri olarak ben de
biliyorum; Davutoğlu, Ak Parti’nin başına “atama” yoluyla geldi
ve Başbakan oldu. Girdiği ilk seçim 7 Haziran’da partisi yüzde 40,9’la
parlamentodaki en büyük grup oldu ama çoğunluk değildi. 1 Kasım seçimlerine
gelindiğinde, yüzde 49,48 gibi rekor bir oyla parlamentodaki en büyük
grup ve çoğunluğu elde etti. Şimdi bu noktadan bakan insanların sokağını üzen,
yürekleri burkan soru şu; ortada bir başarısızlık, bir skandal, bir bedensel
veya ruhsal yetersizlik olmadığı halde Başbakan neden kongreye gidiyor ve aday
olmayacağını deklare ediyor? Belki seçmenin büyük çoğunluğunun “Başkan”
Erdoğan’a bağlılığı ileri sürülebilir ama, alınan bu sonuçta Davutoğlu’nun hiç
mi payı yok? “Yok” derseniz, hakkaniyeti bir tarafa bırakmış
olmanın ötesinde bunu vicdanlara izah edemezsiniz.
Sıradan
insanların hasbi değerlendirmesi ve ortak kanaati, Davutoğlu’nun çalışkan ve
başarılı bir başbakan olduğu yönünde. Dönüp geriye bakıldığında daha altı ay
önce yapılan seçimde yüzde 49,48 oy almış, bu oyları alma adına gündeme
getirdiği vaatlerinin ilk yüz gününü kapsayan tüm başlıkları hayata geçirmiş,
ulusal ve uluslararası arenada prestijinin zirvesindeki bir Başbakan’ın “kendi
tercihi olmayan” bir karara zorlanması öyle çok kolay hazmedilebilecek
bir olgu olmayacaktır.
“Başkan”
Erdoğan’nın onca emek vererek “Erdemliler Hareketi” olarak yola
çıktığı yol arkadaşlarının, çevresine aldığı kimi unsurların “kırıma
uğratma” çabalarını görüp, daha çok hasar vermelerine “dur”
demesinin zamanı geldi.
Sistemin
getirdiği kaotik yönetim biçimi içindeki “Başbakan”ın ikinci
adam, yani yönetim hiyerarşisi içinde “Başkan Yardımcısı”
misyonuna indirgenmesi yaşanan süreçte kolayca içselleştirilebilecek bir durum
değil. “Düşük profilli başbakan”la kastedilen eğer bu ikinci adam
“Başkan Yardımcılığı” ise, bunu -eskilerin deyimi ile- “kaht-ı
rical”e varan/götüren bir yolla değil; daha açık ifadelerle toplumun
vicdanına sunulsaydı belki bu kadar üzüntü ve burukluğa sebep olunmazdı.
Yaşanmakta olan fiili durum, Anayasal dayanağını kazanıncaya kadar –dayatma da
denebilecek- oldu bittilerle topluma sunulduğunda, manipüle edilmeye açık
duyguların istismarına kapı aralayacaktır. Bu da mevcut parlamenter sistem
içinde, sistemin restorasyonuna imkan sağlayacak olan çoğulculuk kat sayısını
aşağı çekecek bir olumsuz etken olma tehlikesini de içinde barındıran negatif
söylemin zemini olacaktır.
Devam
edeceğim…
Yorumlar kapalı.