“Yeni
Türkiye” söyleminin giderek eyleme/icraata yansıması sonunda bir garib
söylem dillendirilmeye başlandı. Somutlaştırma adına, hemen bunun adını koyalım
ki, kimin nerede durduğu kadar, o duruşunu besleyen temel anlayışı da doğru
dürüst teşhis edebilelim.
Olması
gereken bir dönüşümün/evrimin sessizce, kırıp dökmeden fazla hasar oluşturmadan
“Sessiz Devrim” kombinasyonları ile gün be gün hayata
yansımasının geldiği son kavşak noktası, “Yeni Türkiye”den yana
ileriye dönük bir vizyonun ortaya konması ve bu vizyonun üstüne
temellendirileceği nesnel ve psikolojik hazırlıkların olmazsa olmazlarını
hayata yansıtmaktır.
İşin
maddi ayağını oluşturan devasa ekonomik projelerin kamu, kamu-özel ortaklıkları
veya salt özel teşebbüs eliyle gelecek vizyonuna dönük stratejik proje ve
yatırımlar bu yazının konusu değil. Üzerinde durmak istediğim, gelecek
perspektifinde toplumsal algı ve yönelimlerin “milli ve yerli”liğe
yönelik zihin kodlarına daha baştan virütik saldırılarda bulunmayı yeğleyen
söylemler. Bu söylemi benimseyenlerin, üzülerek ifade etmem gerekir ki, dünden
bugüne yazı ve yorumlarında hakkaniyetten yana, demokrat kimlikli olduğunu sık
sık dillendirme gereği duyan entelektüeller olması.
“Yeni
Türkiye” perspektifine cepheden/doğrudan doğruya tavır almak yerine;
onun ilk olmazsa olmazı, “yerli ve milli” kavramları çevresinde
yabancı düşünce dünyasından örnekler vererek, böyle bir eğilimin toplumu
faşizan yönetim anlayışına devşirmesi sonuçlarını doğuracağı iddialarına,
öcülerden medet umarak korku atmosferi pompalamayı bir taraf olarak benimsemiş
oluyorlar.
Düşüncesine
değer verdiğim demokrat bir yazarın okuduğum son bir yazısında dile getirdiği “Millîlik
siyaseti yavaş yavaş medyadaki taşıyıcıları marifetiyle bir ‘ilâhiyat’ haline
geliyor, her türlü eleştiri ‘gayri millî’ olmakla damgalanıyor. Galiba süreç
böyle devam ederse Cioran’ın dediği şey gerçekleşecek: ‘Hiçbir ilâhiyat,
kendine tapan zihniyetten daha bağnaz değildir’” gibi acaib bir
savrulmaya imza atabiliyor ya da “demokrat” kimliği altına
gizlediği gerçek düşünce dünyasını açığa vuruyor.. her iki ihtimalden
hangisinin “gerçek” hangisinin “kamuflajlı”
olduğunu de çok uzak olmayan yakın zamanlarda hep birlikte göreceğimizi
umudediyorum.
Oysa
eminim, dünden bugüne kullanılan, ancak siyasi bir eksene oturması “Başkan”
Recep Tayip Erdoğan’ın “550 yerli ve milli milletvekili”
istemiyle yeni bir anlam yüklenen siyasi duruşun gerekçesini o entellektüller
de pekala biliyorlar.
Türkiye’nin
son yıllardaki dış kuşatılmışlığı karşısında, içte birlik ve beraberliğe en çok
ihtiyaç duyulduğu bir süreçte parlamentodaki siyasi muhalefetin iki kanadı(CHP
ve HDP) genel başkan ve parlamenterlerinin her Allahın günü bir Avrupa başkentinde
Türkiye dış politikasını yerden yere vurmaları, dışa açılamayanların da yabancı
gazete, tv gibi medya organları üzerinden aynı algı operasyonların değirmenine su
taşımaları gerçeği karşısında, toplumu uyarıcı ve kucaklayıcı argümanın “yerli
ve milli” olmaktan geçtiğini, bunun sadece günü değil, geleceği,
bekamızı ilgilendirdiğini unutmamak lazım. Sıradan bir söylemin yeterince
uyarıcı olmadığı durumlarda, toplumun kendi bekası adına bir eksende saf
tutmalarını sağlayacak olan “şok” etkili uyarıların ve çağrıların
dillendirilmesi, ortak paydayı oluşturacak hedefin anlaşılır bir dille
vatandaşa yansıtılması, gelecek kaygısı taşıyan tüm liderlerin birinci derecede
sorumluluğudur. Geleceğin simülasyonunu en doğru biçimde okuyabilen liderlerin
üzerinde çokça düşünüp araştırarak elde ettiği verileri kendi müktesebatıyla telif
ettikten sonra ortaya koyduğu tezlerin reddedilmeden önce akıl, sağduyu ve
vicdan süzgeçlerinden geçirildikten sonra değerlendirilmesinin doğru olacağı
kanaatindeyim.
Yorumlar kapalı.