İnsan
hayatı, iki hakkın var olduğu bir hukuk çerçevesi içerisinde devam eder.
Bizleri yaratan Allah’a karşı ayakta tutmamız gereken hukukumuz olduğu gibi,
İnsan olarak aramızdaki hukukumuz da vardır.
Bunlardan
birincisi Allah hakkı, ikincisi de kul hakkıdır. Her iki hak da kutsaldır.
Çünkü Hak, aynı zamanda Allahü Teâlâ’nın esma-i Hüsna’sındandır. Hakkı ayaklar altına almak hem Allah’a karşı
ve hem de Allah’ın kullarına karşı işlenilmiş bir zulüm olur. Zulmün her çeşidi
yasaklanmıştır. Bu iki hak, birbirini
tamamlayan, birinin mükemmeliyeti ile diğerinin de mükemmeliyetinin söz konusu
olabileceği iki husustur.
Kutsal
kitabımız Kur’an-ı Kerim’de her hak sahibinin hakkına riayet emredilmiştir.
Hakk’ın yanında ve hakkaniyet ölçüleri içinde hareket etmemiz emredilmiştir.
Bizim
kendi bedenimizin bizim üzerimizde hakkı olduğu gibi, ailemizin,
ana-babamızın, akrabalarımızın,
komşularımızın ve diğer insanların da bizim üzerimizde hakları vardır. Bizlerin
de omlar üzerinde haklarımız vardır.
Akıl
ve şuur sahibi olmayan canlıların da bizim üzerimizde hakları vardır.
Karşılıklı ilişkilerimizden doğan haklar, bizleri birbirimize karşı sorumlu
kılacaklardır. İnanmış insana yakışan Hakk’ın ve hakikatin yanında, Haksızlıkların
karşısında olmaktır.
Güçlü olanların her zaman haklı, güçsüz olanların hep haksız
sayıldığı bir toplum, medeniyetten de, İslami faziletlerden de yoksundur. Böyle
bir toplumda cahiliyet ve ilkellik hâkim olur.
Mutluluk
karşılıklı haklara saygılı davranmakla elde edilir. Bir insanın hakkını yemek,
dünyada vicdan azabına, ahirette ise Cehennem azabına sebep olur. Peygamberimiz
S.A.V bir hadisinde şöyle buyurmuştur.”Bir
kimse yemin ederek bir Müslüman’ın hakkını gasbederse, Allah o kimseye
Cehennemi vacip kılar ve Cennetten mahrum bırakır.“ Bunun üzerine bir adam:
—Eğer o
hak değersiz bir şey ise? Deyince, Peygamber Aleyhisselam:
—İsterse
misvak ağacından bir dal parçası olsun.” buyurdu.”
Resulullah
Efendimiz, Yemen’e Gönderdiği Valisi Muaz bin Cebel’e şöyle diyordu.
”Sen Ehli Kitap’tan olan bir kavme gidiyorsun. Onları
“Allah’tan başka ilah yoktur “ diye şahadet etmeye ve benim de Allah’ın Elçisi
olduğuma tanıklık etmeye davet et. Eğer bunu kabul ederlerse, Her gün beş vakit
namaz kılmanın farz olduğunu bildir. Bunu da kabul ederlerse, Allah’ın zekâtı
farz kıldığını bildir. O zekât zenginlerden alınıp fakirlere verilir. Bunu da
kabul ederlerse, artık onların kıymetli mallarına el uzatmaktan sakın. Mazlumun
bedduasından çok sakın. Çünkü onun duası ile Allah arasında perde yoktur.”
Allah’ın kulu üzerinde hakkı vardır. Bu hak kutsaldır. Kul
Yaratıcısına iman ve ibadetle bu hakkı yerine getirir.
İnsanların
yaşama hakkı, mülkiyet hakkı, siyasi ve sosyal hakları, Medeni hakları,
vatandaşlık hakları, gibi bütün hakları
saygıdeğer olmalıdır.
Günümüzden yüzlerce yıl önce, Mekke’de
Arafat’da okuduğu tarihi hutbesinde Hz. Peygamberimiz Müslümanlara şöyle
sesleniyordu;
“Ey
İnsanlar! Şu içinde bulunduğunuz mekân (Mekke) nasıl mübarek ve mukaddes ise, şu içinde bulunduğunuz ay (Zilhicce
ayı, Hac ayı) nasıl mübarek ve mukaddes
ise, şu içinde bulunduğunuz gün (Arefe günü) nasıl mübarek ve mukaddes ise, birbirinizin canı, malı, ırzı, namusu
da o derece mübarek ve mukaddestir. Her türlü tecavüzden korunmuştur.”
Müslüman,
Hakk’a ve haklara saygılı olan, Kendi haklarına saygı duyulmasını istediği
kadar, başkasının haklarına da saygısı olandır.
Milli şairimiz Merhum Mehmet Akif Ersoy
şöyle der:
“Halikın
namütenahi adı var en başı Hak.
Ne
büyük fazilettir Hakkı tutup kaldırmak”
Muhsin ÖZDEMİR
TOSYA İLÇE VAİZİ
Yorumlar kapalı.