Ermeni harfleriyle yazılmış Kıpçakça metinler XVI-XVII. Yüzyıllarda başta Lvov ve Kamenets-Podolsk olmak üzere Ukrayna’da, Lehistan’da, Romanya, Moldavya, Kırım ve Türkiye’de bir buçuk yüzyıl boyunca rağbet gören metinlerdi.
Bu Ermeni Kıpçakçası en çok günümüz Ukrayna topraklarının söz konusu dönemlerde Lehistan devletinin sınırları içinde bulunan kısmında yaygın durumdaydı.
Bu durum, adı geçen bölgenin “Ermeni” göçleri için elverişli şartları sunmasından kaynaklanmaktaydı. Ukrayna’daki “Ermeni” kolonilerinin ahalisi kendilerini Ermeni olarak adlandırıyorlardı, fakat Ermenice bilmiyorlardı. Onlar başlıca olarak Kıpçakça konuşuyorlar, Kıpçakça yazıyorlar ve Kıpçak dilinde dua ediyorlardı (Psalter2001: XVII).
Pek çok kaynaklardaki bilgiye göre batı Lehistan’a yapılan Ermeni göçünün ilk dalgası,
yaklaşık 300-400 aile, XIV. yüzyılda gerçekleşmiş ve bunlar Kırım ve Besarabya’dan gelen Kıpçak asıllı Ermenilerdi.
Daha sonraları, XV. yüzyılın sonunda Osmanlı Türklerinin Kefe şehrini ele geçirmeleri ile birlikte (1475) buraya kolonizasyon akınları da eklenmiştir. Kefe’li “Ermeniler” kütlevi şekilde Kırım, Kefe şehrini terk etmişler ve Ukrayna’nın Podolya ve Galiçia bölgelerinde yaşayan dindaşlarının yanına göç etmişlerdir. Günümüzde bu Ermeni kolonistleri artık Türk dilli olmaktan çıkmışlardır; onlar artık diğer yerli ahali gibi Ukraynaca, Rusça ve Lehçe konuşmaktadırlar.
Fakat onların, önceleri nasıl ve hangi dilde konuştuklarını XVI. Ve XVII. yüzyıllara ait Türk diliyle fakat Ermeni harfleriyle yazılmış çok sayıdaki belgeler açıkça ortaya koymaktadır. Söz konusu Gregoryen Kıpçaklar kendilerinden sonra zengin bir yazılı miras bırakmışlardır.
1521-1669 yıllarında Ermeni alfabesiyle fakat Kıpçak dilinde düzenlenmiş ve günümüze kadar ulaşmış olan 112 yazılı eser yaklaşık 25-30 bin sayfaya ulaşmaktadır (Psalter, XIX ).
Bu literatürü, başlıca olarak Ermeni-Kıpçak Kanunlar Mecmuası ve Mahkeme Usulü Kanunu’nun zabıtları oluşturmaktadır; fakat bununla birlikte dinî eserlere, vakayinamelere v.s. de rastlanmaktadır (Garkavets 2003: 758; Garkavets 2002:6).
Bu kolonilerin başka dillerde yazılmış (Ermenice, Latince, Lehçe, Ukraynaca vs.) yazılı mirası 1519’dan 1786’ya kadarki bir tarihî dönemi kapsamaktadır. Sözünü ettiğimiz eserler Viyana Milli Kütüphanesi, Matenadaran Eski El yazmalar Enstitüsü, Lehistan-Varşova Arşivi vs. gibi Avusturya, Hollanda, İtalya, Romanya, Rusya, Ukrayna, Ermenistan vs. olmak üzere dünyanın pek çok çeşitli ülke ve kütüphanelerinde muhafaza edilmektedir. Bu belgeler ve eserlerin arasında, Ermenistan’ın Matenadaran-MesropMaştots Adındaki Eski Elyazmalar Enstitüsü’nde bulunan 12 Hayvanlı Eski Türk Takvimi ve takvimdeki hayvan adlarının Ermenice tercümesini içeren No: 1232 kayıtlı bir belge (NersesLambronats’i / Garkavets 2002: 269) dikkatimizi celbetmiştir.
Sözünü ettiğimiz belge ile birlikte, Ermeni harfleriyle yazılmış bir tane Türkçe metin daha bulunmaktadır ki, dil uzmanları bu Türkçe’yi fonetik belirti ve özelliklerine göre Eski Kıpçakça olarak nitelendirmektedirler (Garkavets, 269).
Aşağıda bu eski Türk takviminin önce Ermeni Kıpçakçasıyla yazılmış şeklini, hemen yanında –tireden sonra- diğer eski metinlerden elde edilen Kıpçakça karşılığını ve sonra karşılaştırmak için takvimin Kırgız Türklerinde kullanılan şeklini veriyoruz:
- siçχn ili – sїçχanyїl “sıçan yılı” Çıçkancılı
2. ut ili – buγa “boğa”, sїγїr “sığır” Uy
3. p‘ars – bars “bars” Bars
4. t‘uşχan – χoyan, tavşan “tavşan”, Koyontavїşχan, tuşχan
5. lu – balїχ “balık”, lu “ejder” Uluu
6. ilan – yїlan “yılan” Cılan
7. At‘ – at “at” Cılkı / At
8. γu – χoy “koyun”, χoçχar “koç” Koy
9. piç – piç “piç”, meymun “maymun” Meçin / Maymıl
10. t‘aχuγu – tavuχ “tavuk” Took
11. it‘ – it “köpek” İt
12. t‘anguz – toηuz “domuz” Doηuz2. (Kırgız SovetEntsiklopediyası II, 1977: 545)
Kendi vatanlarından ve soydaşlarından çok uzaklarda; bir taraftan Katolik Lehliler, diğer taraftan Ortodoks Ukrayna vs. tarafından kuşatılmış durumda olan bu Gregoryen Kıpçakların uzun dönem boyunca Hıristiyan kültür dairesinde bulunmalarına rağmen kendi Kıpçak dilini muhafaza etmeleri ile birlikte On iki Hayvanlı Türk Takviminin de taraflarınca bilinir, muayyen dönemlerde kullanılmış olduğunu öğrenmek, gerek takvim gerek Türk kültür tarihi bakımından çok önemli bir olaydır.
Söz konusu On iki Hayvanlı Takvim sisteminin menşei hakkında çeşitli faraziyeler ileri sürülmüştür. Haddi zatında bu mesele hala münakaşa götüren meselelerdendir. Yalnız, bu konuyla ilgili ne kadar farklı görüşler ileri sürüldüyse de bildiğimiz bir gerçek var ki, çok eski zamanlardan beri On iki Hayvanlı Takvim sistemini en geniş anlamıyla en çok kullananlar şüphesiz Türkler olmuştur. Osman Turan’ın da belirttiği üzere, türlü coğrafî sahalarda yaşayan ve birçok yabancı medeniyetlerin tesirlerine maruz kalan pek çok Türk halkları, bu takvim sistemini ya bağımsız olarak kullanmışlar, yada yabancı medeniyetler ile gelen takvimlerle mezcetmişlerdir (Turan 1941: 32).
Yukarıda belirttiğimiz Matenadaran-MesropMaştots Eski Elyazmalar Enstitüsü’nde bulunan büyük ihtimalle Gregoryen Kıpçakların kullandıkları On iki Hayvanlı Takvim’deki yıl adlarının sayım düzeni, devre sırası görüldüğü gibi diğer Türklerde kullanılan takvim sisteminin, ez cümle Kırgızların, Altay Türklerinin vs. kullandıkları devrenin tamamıyla aynı olmasıyla dikkat çekmektedir.
Altaylılarda sadece Domuz yılına Kakay yılı denilmesi haricinde söz konusu takvim ile ilgili aktardıkları tüm bilgiler; takvimdeki yıl adlarının devrî vasıfları, devre sırası, halk arasında muhafaza edilen efsaneler, inançlar, halk tefekkürü diğer Türklerinkinin aynısıdır (Asankanov 2005: 81).
Gerek Orta Asya’da, gerek Kafkasya’da, gerek Anadolu veya Avrupa’nın çeşitli diğer bölgelerinde yaşayan veya yaşamış Türkler arasında benzer halk inançlarının, geleneklerin, kültür değerlerinin görülmesi tarihî, millî ve kültürel bağımızın açık bir ifadesidir. Yani, bu halkların büyük Türk kültürünün birer parçası olduklarının kesin bir kanıtıdır. Bu takvimin Türkler arasında tam olarak hangi tarih ve dönemlerden itibaren kullanılmaya başladığını kesin bir şekilde söylemek imkanımız dışındadır. Bildiğimiz, Türk dilinin en eski belgelerini oluşturan Orhun yazıtlarında zikredilen olaylar sözünü ettiğimiz Oniki Hayvanlı takvim sistemine göre tarihlendirilmiştir (Turan 1941: 55; Orkun 1994: 16).
Kaşgarlı Mahmud’un klasik eserinde de (Divan I, 1998: 344-347) takvim hakkında, söz konusu oniki ayın adlandırılmasıyla ilgili folklorik içerikte olan çok kıymetli bilgiler bulunmaktadır; On iki yıllık daimi bir devir oluşturan bu takvimin her yılı belli bir hayvana nispet edilmekte ve her yıl mensup olduğu hayvanın adını almaktadır. Halk inançlarına göre devreyi oluşturan hayvanlardan her biri, devrede iken mensup oldukları yılları etkileyebilmekte, yılın mukadderatını değiştirebilmektedir. On iki Hayvanlı daimi bir devir sona erince, bu devir tekrar baştan alınmakta ve hesaba devam edilmektedir.
Kırgız Türkleri söz konusu On iki Hayvanlı takvim sistemine göre bir olayın; zafer, toy veya herhangi bir şölenin, bir insanın doğum yılı, yaşı veya ölüm tarihini vs. hesaplama yöntemine CılSürüü (=yıl sürmek, yıl hesaplamak) demektedirler (Kırgız SovetEntsiklopediyası II, 1977: 545-546).
CılSürüü Kırgız Türklerinde VI-VIII. yüzyıllardan beri devamlı olarak kullanılmakta olan bir takvim veya zaman hesaplama yöntemidir. Bazı Kırgız bilim adamlarına göre (Kırbaşev 1999: 215) Tan İmparatorluğu devrinde yazılmış bazı kitaplardaki bilgilerden Kırgızların yaklaşık 581-618 yıllarından itibaren Nevruz’u kutlamaya başladıkları görülmektedir. Söz konusu takvime göre Kırgızlar diğer Türklerde olduğu gibi yeni yılın başlangıcı ilk günü olarak bahar mevsiminin gece ve gündüzünün eşit olduğu günü 21 Mart’ı biliyorlardı. Günümüzde kullandığımız Miladî takvim hayatımızda ne kadar önem taşıyorsa, eskiden CılSürüü de bir Türk için aynı derecede önem taşımaktaydı. CılSürüü’de insan ömrü Miladî Takvime göre hesaplandığında bir sene fazladan eklenerek hesaplanmaktadır.
Mesela bir insan, bu takvime göre 1906=At yılında doğduysa 1966 yılında (60 değil) 61 yaşta olur. Bu adam 5 müçöl sayılır. Her 12 yıllık bir devre bir müçölü oluşturur. Yalnız müçöl sayımı 13 yaştan itibaren başlatılmaktadır. Sancıra (=Şecere) uzmanlarının (Sancıraçı4) (Soltonoyev 1991: 590; TalıpMoldo 1991: 535) ve yaşlı Kırgız aksakallarının anlattıklarına göre, Kırgız Türkleri bir insanın anasının karnında geçirdiği 9 ayı da bir sene olarak kabul ederler ve bunu ilk 12 yıla ekleyerek (12+1=13) bir müçöl kabul ederlermiş. Dolayısıyla 25 iki müçöl, 37 üç müçöl, 49 dört müçöl, 61 beş müçöl, 73 altı müçöl, 85 yedi müçöl, 97 de sekiz müçöl olur. Bu sebepten ötürü Orta Asya Türklerinde bir insan ölünce gerçek yaşına bir yılı fazladan ekleyerek toprağa verme geleneği mevcuttur. Günümüzde kullanmakta olduğumuz Miladî takvim Orta Asya’da Rusların bölgeye hakim olmasıyla birlikte yayılmaya başlamıştır. Rus okuluna gitmemiş veya hiç eğitim görmemiş yaşlı Kırgız, Kazak vs. Türkleri OrusEsebi (=Rus hesabı yani Rus takvimi) olarak gördükleri bu Miladî takvimi bilmezler ve hali hazır da hesaplarını CılSürüü’ye yani Oniki Hayvanlı Takvime göre yaparlar; Benim babam 1932=Maymun yılı doğumludur. Büyük annem Cumagül Rus okuluna gitmemiştir. Fakat zamanında yerli molladan Arapça okuma yazma öğrenmiş ve oturdukları köyde Kuran okumasını bilen, eğitimli, saygıdeğer bir hanım olarak bilinirmiş.
O zamanlarda Orta Asya’da, özellikle köy kesiminde şimdiki gibi çocuk doğunca hemen doğum kağıdı alma/ verme imkanları yoktur. Genel olarak böyle bir anlayış, yani çocuk dünyaya gelince hemen kayda geçirme, ilgili makama giderek belge alma, belge isteme gibi bir alışkanlık henüz halk arasında oturmamıştır. Ancak, 1939 yılında oğlu 7 yaşını doldurunca, ilkokulda kayıt yaptırmak için doğum kağıdına ihtiyaç duyulmuş ve büyük annem gereken belgeyi almak üzere oturdukları köyün bağlı olduğu köy muhtarlığına gitmiştir. Köy muhtarlığının ilgili memuru da bir Rus bayanmış. Büyük anneme gereken belgeyi hazırlamak için çocuğunun doğum tarihini sorunca, büyük annem:
“Oğlum, Maymun yılında, Çın Kuran ayının onbeşinci gününde, büyük göç sırasında doğdu” diye cevap vermiş. Kırgızların On iki Hayvanlı Takvim sisteminden haberi olmayan, farklı bir kültür mensubu olan Rus memuru doğal olarak şaşa kalmış. Hatta kızmış; bu cahil Kırgız benden ne istiyor? Ne maymunu ? Ne kuranı ? Yoksa benimle dalga mı geçiyor …” diye. Her neyse, durum muhtarlıkta çalışan diğer memurlar tarafından anlaşılır hale getirilmiş. Nasıl hesapladılarsa, büyük anneme oğlunun 15 Haziran 1932 yılında doğduğuna dair ( aslında ay ve gün hesabında hatalar içeren ) bir doğum kağıdı hazırlamışlar ve evine yollamışlar. Rahmetli büyük annem ona “cahil” demelerine çok alınmış, çok kızmış. “ Asıl siz cahilsiniz ” diyerek ömrünün sonuna kadar bu hakareti unutmamıştır. Ama yine de bu Miladî Takvimi bir türlü öğrenememiştir…
Büyük annemin Çın Kuran ayının onbeşinci günü dediği ay ve gün, Miladî takvime göre herhalde 4-5 Mayısa denk gelse gerektir. Yani havaların ısındığı, otların yeşerdiği ve Türklerin yazı geçirmek üzere yüksek yaylalara göçe hazırlandıkları veya göç ettikleri bir dönemdir. Buradaki Çın Kuran ay adının Müslümanların mukaddes kitabı olan Kuranü’l-Kerim ile hiçbir ilgisi yoktur. Kırgızca’da kuran kelimesinin başka bir anlamı daha vardır; kuran Kırgızca’da erkek karaca demektir (Yudahin I, 1965: 448). Esasen, On iki Hayvanlı Kırgız takviminde kullanılan ay adlarının yarısından fazlası da hayvan adlarını taşımaktadır. Sancıraçıların sunduğu bilgilerden söz konusu ay adları, ayların başlangıç ve son gün/tarihleri, bunların özellikleri, neden bu şekilde adlandırıldıkları hakkında detaylı bilgiler edinmek mümkündür.
Mesela B. Soltonoyev Çın Kuran (Çın=gerçek, doğru; Kuran=Karaca) ve Calğan Kuran (Calğan=Yalan) ayları için şöyle açıklamalarda bulunmaktadır: Kırgızlar erkek karacaya kuran derler. Karaca Toğuzdun Ayı’nda yetişkin hale gelir, Calğan Kuranda hamile kalır. Bu ayda hayvanın hamile veya kısır olup olmadığı belli/kesin değildir; tartışmalıdır, yalandır. Bundan dolayı adı geçen aya Calğan Kuran denilir. Çın Kuran ayında hayvanın hamile olduğu belirgin duruma gelir. Bu ayda hamile olduğu için söz konusu aya Çın Kuran yani Gerçek Kuran denilir…vs. (Soltonoyev, 586-87).
Ayların genel olarak her Miladî ayın 21 veya 22’sinde başlaması dikkat çekicidir ( Baykara 2001: 35 )5. Bunlar: Miladî Takvime göre ayların başlangıç Kırgızca ay adları tarihleri
- Calğan Kuran 21. Mart-20 Nisan (Kuran=Erkek Karaca)
2. Çın Kuran 21 Nisan-22 Mayıs
3. Buğu (=Geyik) 23 Mayıs-22 Haziran
4. Kulca (=Dağ Koçu) 23 Haziran-22 Temmuz
5. Teke (Teke, erkek keçi) 23 Temmuz-22 Ağustos
6. Baş Oona 23 Ağustos-22 Eylül (Oona=Sayga, bozkır antilopu)
7. Ayak Oona 23 Eylül-21 Ekim
8. Toğuzdun Ayı 22 Ekim-20 Kasım
9. Cetinin Ayı 21 Kasım-20 Aralık
10. Beştin Ayı 21 Aralık-19 Ocak
11. Üçtün Ayı 20 Ocak-20 Şubat
12. Birdin Ayı 21 Şubat-20 Mart
Yani, bu bilgilerden sonra şöyle diyebiliriz ki, On iki Hayvanlı Takvim sistemi her şeyden önce bir halkın, sosyal-ekonomik faaliyet sürecinde elde ettiği pratik gözlemlerinin bir sonucudur. İnsanların, içinde bulunduğu çevre, yaşadığı zaman hakkında edindikleri coğrafik, ekonomik, kozmolojik, kozmogonik vs. diğer ampirik bilgilerine dayanarak ortaya koydukları bir tecrübe/hayat mahsulüdür; bu bir halk bilgeliğinin mahsulüdür. Genel olarak Kırgızlar ve diğer Orta Asya Türkleri hayvancılık ekonomisine dayalı bir hayat sürdükleri için, başka halklara nazaran konar-göçerliği daha uzun yaşadıkları ve hayvancılık onların en önemli geçim kaynağını oluşturduğu için Türklerin yaşamında hayvanların çok önemli bir yeri vardır. Bir Türkün meydana getirdiği maddi ve manevi kültürün her türlü cephesine hayvancılık esasları damgasını vurmuştur; maddi ve manevi kültürün her alanında bunların izlerine, alamet ve işaretlerine rastlanmaktadır.
Yukarıda sözünü ettiğimiz Podolya, Galiçya, Moldavya, Vlahya vs. gibi Doğu Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde yaşayan Ermeni Kıpçakları söz konusu bölgelerde yerleştikten sonra uzun bir süre kendi kültürlerini, milli özgünlüğünü ve dilini korumuşlardır. Anlaşılan, onlar bu bölgelere, yaşadıkları eski ülke ve topraklarından kendi el yazma kültürü, kendi kitapları, el işleri, süs, ziynet eşyaları vs. ile birlikte, vaktiyle Ermeni/ Gregoryen mezhebini kabul etmiş ve artık bu Ermeni-Kıpçak toplumunun ayrılmaz ve önemli bir kısmını oluşturan Kıpçak Türklerinin = Gregoryen Kıpçakların, Gregoryen mezhebine intisap etmeden önceki kültür yadigarlarını da beraberinde getirmişlerdir. Üstelik bu eserleri dikkat ve ihtimamla muhafaza ederek nesilden nesle aktarmışlardır. Bu bağlamda, On iki Hayvanlı Türk Takvimi’nin dünyanın çeşitli ülke ve kütüphanelerinde muhafaza edilmekte olan Gregoryen Kıpçaklara ait pek çok belge ve eserlerin arasında, üstelik Ermenistan’ın Matenadaran-MesropMaştots Eski El yazmalar Enstitüsü’nde bulunmasının tespiti şu bakımdan çok önemlidir ki; Doğu Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde koloniler meydana getirmiş olan Ermeni Kıpçaklar üzerinde araştırmalar yapmış, konuyla ilgili olarak eserler meydana getirmiş pek çok yabancı, özellikle Ermeni asıllı araştırmacılar ve bilim adamları söz konusu “Ermeniler”in menşeindeki Türk etnik unsurunu tamamıyla gözden kaçırarak/silerek olaya tek taraflı açıdan yaklaşmakta ve tek taraflı değerlendirmeler yapmaktadırlar.
Söz konusu çalışmalarda, XVI-XVII. yüzyıllarda anılan topluluk tarafından ortaya konmuş kültürel değerler, Ermeni harfleriyle ama Kıpçakça/Türkçe yazılmış metinler tamamıyla Ermenilere münhasıran bir tarihsel olay olarak, Ermeni tarihi ve kültürünün bir uzantısı, Ermeni kültürü ve edebiyatının mahsulü olarak gösterilmektedir. Mesela bu konu üzerinde yaptığı pek çok araştırma ve eserleriyle tanınan Ermeni tarihçisi V. R. Grigoryan’ın şu sözleri: “Ermeniler, kendi dillerini unuttukları zaman bile Ermeni harflerini unutmamışlardır; Podolya Ermenileri Ermeni harfleriyle ama Kıpçakça ve Lehçe olmak üzere yabancı dillerde yazmaya devam etmişlerdir” (Grigoryan 1980: 236) gibi sözleri pek yaygın ve oturmuş ibarelerdendir. Halbuki V. R. Grigoryan’ın kendisinin de başka bir eserinde ifade ettiği gibi “bu metinlerin sadece cüzi bir kısmı Ermeni dilinde yazılmış, diğer azami bölümü de Kıpçakça ve (sonra G.A.) Lehçe ama Ermeni harfleriyle yazılmıştır” (Grigoryan 1964: 278).
Bu eserlerde Ermeni halkıyla Lehistan, Ukrayna, Romanya, Rusya vs. halkları arasındaki eski ve derin dostluklardan vs. söz edilmekte ama metinlerin yazıldığı dilin etnik taşıyıcıları olan Türkler, söz konusu “Ermenilerin” uzaktaki vatanlarını boyunduruğu altında bulunduran barbar işgalciler olarak gösterilmektedir (Grigoryan 1980: 6).
Halbuki, tarihsel koşulların zoru altında Doğu Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde kendileri için yeni bir yurt edinmiş olan bu Gregoryen Kıpçaklar zamanla din/mezhep birliğinden hareketle Ermenileşmişler ama yine de kendi dillerini unutmamışlardır. Töre Bitigi gibi bazı metinler, metinlerde rastladığımız bir takım kültürel veriler, bazı gelenek ve göreneklerin kalıntıları, yukarıda da görüldüğü gibi Gregoryenlik’ten önceki bazı milli inanç ve tefekkürlerin muhafazası, bu Kıpçak asıllı Ermenilerin, intisap ettikleri Ermeni kültürünün içinde Türk kültürünün en güzel örneklerini de yaşattıklarını göstermektedir. Bundan dolayı Podolya, Galiçya, Moldavya, Vlahya vs. gibi Doğu Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde yaşamış ve faaliyet göstermiş Ermeni Kıpçak toplumunun önemli bir kısmını Gregoryen Kıpçakların oluşturduğu kanaatindeyiz. Bu Gregoryen Kıpçaklar diğer Ermeni grupları ve mensup oldukları Ermeni kültürüyle kaynaşarak bildiğimiz Ermeni harfleriyle yazılmış Türkçe metinlerin meydana getirilmesinde belli bir katkıda bulunmuşlardır
Yorumlar kapalı.