Zamanın içinden geçerken sormadan yapamıyor insan. Yoksa zaman mı bizim içimizden geçiyor diye. Çünkü o kadar hızlı bir bilgi akışı var ki, günceli yakalamakta zorlanıyoruz. Bilgi iletişim çağı, veriye ulaşımı çoğalttıkça sağanak gibi üzerimize yağıyor bilgiler. Çeşitlilik sadece teknik aletlerde değil elbette. Kaynakların farklılığı bilginin çokluğu ve güvensizliği ile karşı karşıya bırakıyor bizleri. Hangi haberin doğru, hangi insanın güvenilir, hangi akademik açıklamanın sağlıklı olduğunu tartmakta zorlanıyoruz. Kaotik bir durumla karşı karşıyayız maalesef.
Bilimin her geçen günde önceki tezleriçürüttüğü ve yeni akımların ortaya çıktığını görüyoruz. Çelişkiler yumağında güvensiz bir gelecek algısı pompalanıyor toplumlara. Sonra da umutsuzluğa düşürerek sömürü düzeninin devamı hedefleniyor. Adına süper devlet denilen idareci yapılar; insan, vicdan ve hukuk kaynaklı değil tamamen maddeci bir zihniyetle yönetmek istiyorlar dünyayı. Kan aktıkça sapkın bir mutluluk, sömürdükçe daha bir vicdansızlık, içtikçe daha bir susamışlık gözlerden kaçmıyor.
Elbette örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür. Ancak arif olana tarif saygısızlıktır. Evet, böylesi bir tablo ile karşıkarşıyayız. Gün geçtikçe de bu karamsar görüntü mağdurlarını oluşturarak acıları derinleşmeyi sürdüreceğe benziyor. Peki, ayağımızı nasıl sağlam bir zemine basacağızda çukurlara düşmekten kurtulacağız?
Zira bu politikanın sahibi olan küreselci yönetimler, bireyselliği körükleyerek ben merkezli insan yapısı oluşturmakta başarılı oldular. Bencilleşen ve tekil hale gelen insan kaçınılmaz olarak yalnızlaştı. Sosyal ihtiyaçların karşılanması noktasında ve hayatın devamına yönelik alınan aksiyonlar ise hak ve hukuk ölçüsünü rafa kaldırdı.Seküler bir dünyada hedonist yaşamlar,insaniyet açısından hayat kalitemizi düşürdü. Geleneğe bağlı kalanlar ise yadsınıyor artık. Yalnızlık girdabındaki fertler ya ne aradığını bilmiyor ya da bildiğini sandığı şey üzerinden varoluşunun cahili tatminkâr bir hayat yaşıyor. Sonunu düşünmeyen cesur bir kahramanlık edası ile günübirlik bir tüketim içinde ömür sürmekle meşgul oluyor. Zorla karşılaştığında ise mukavemetsizliğin kötü bir örneği oluyor. Zira dağılıp gidiyor. Çünkü ne inanç ne ahlak ne de manevi bakımdan bir hazırlığı yok. Tıpkı müflis bir tüccarın akıbetini paylaşmış iflas etmiş bireyler savruluşu…
Hali hazırdaki çoğu insan yaşantısında duygu ve maneviyat ölçü olmaktan çıktı. Dinin evrensel geçerliliği göz ardı ediliyor. Bu hızlı gidişat sadece başdöndürmekle kalmıyor pek tabiki. İnsan ilişkilerini, sosyal yaşamı, aile düzenini, demografyayı, ahlakı, öz saygıyı, bilimi, teknolojiyi, kültürleri hâsılı her türlü değeri tamamen değişikliğe uğratıyor. Bir vakit gelecek ki, fazla doyumunda yetersiz geldiğini anlayacağız. Modanın, yemenin, içmenin ve cinselliğin tek başına bir kıymetinin olmayacağını ve karın doyurmayacağını, bilimin ve aklın görevinin maddi olayları yorumlamak olduğunu, insanlık için kullanılmayan her türlü değerin sömürüden başka bir işe yaramayacağını anlayacağız. Ağır bedeller ödeyecek olan insanlık fabrika ayarlarına dönme çabasına girecektir. Ferdiyetçilikten toplumsallığa, maddecilikten maneviyata yolculuğu olacaktır hiç şüphesiz. Her türlü kutsi değeri tükettikten sonra geride kendisi olabilen bir fert ve tutunacak değer kalabilmişse tabi…
Çaremiz nedir o halde? Maddeci dünyanın tüketim insanı olmaktan kendisini koruyabilenler ruhsal ve bütüncül bir doyuma ulaşabiliyor ancak. Elbette dünya boş değildir. Herkesin de bir vazifesi var. Gerek bize gerekse dünyaya kattığı olumlu ya da olumsuz izleri olacak muhakkak…
Kalabalıklar içindeki ferdi yalnızlığınızın manevi zenginliğinize vesile olmasını diliyorum.
Yorumlar kapalı.