Yeryüzünün gelmiş, geçmiş ve gelecek insanları içinde en kıymetlisi, en büyüğü o. En örnek alınanı, en çok sevileni, hakkında söz söyleneni ve kitap yazılanı. Bu yazımda kronolojik anlamdaki bir kutlu doğuma kapı aralamayacağım. Ancak, Efendimizin doğumunun bize getirdiklerinden ne kadar nasiplenebilmişiz onun özeleştirisinde olmaya çalışacağım. Adı üstünde Mevlit Kandili. Kutlu İnsanın yeryüzünü şereflendirmesinin kutlu hatırasına, çeşitli kutlamaların yapıldığı bir dönem.
Bizler de onun ümmeti olmaya talip olanlarız. Bu şereften nasiplenebilmek için O’na ve getirdiklerine uygunluk testinden geçmek gerektiğine inanıyorum. Yoksa onun doğduğu gece de okunan mevlitlerle ya da sözel olarak Peygamber Efendimize (sav) sevgimizi ilan etmekle, gerçek anlamda o büyük insanı anmış ve sevmiş olamayacağımızı düşünüyorum…
Zira Hz. Muhammed’in (sav) dünyaya geliş sebebini bilmeden, onu anlamak yetersizdir. “İyi ki doğdun Efendimiz” dediğimizde; onunla münasebetimizdeki derinliği gözden geçirmek gerekmez mi? Allah’ın (cc); “Habibim” dediği, “Sen olamasaydın âlemleri yaratmazdım” dediği bir güzide Peygamberdir, bizim Efendimiz. Kâinat, onun “sevgisi” yüzü suyu hürmetine yaratılmış. Kâinatın mayasındaki sevginin ana kaynağı, bizzat Fahr-i Kâinat Efendimizdir. Öyleyse biz bu sevginin neresindeyiz. Allah ve Resulüne ne kadar yer veriyoruz gönül hanemizde? Ne kadar birbirimizi sevebiliyoruz. Yüreğimizde sevgiye açtığımız yer ne kadardır? Herkes şöyle bir kontrol etsin kendisini! Sevgi deyince anladığımız; dünyada işimize gelen iyi kötü ne varsa hepsini de içine aldığı topyekûn ve rastgele bir sevgi mi? Ya da şehvetimize, şöhretimize, paramıza, fiziğimize, ihtiraslarımıza ve menfaatlerimize duyduğumuz bencil bir sevgi mi? Şayet egoistliklerle dolu, çıkarcı ya da hayali ise gönül hanemize misafir ettiklerimiz, bunların adına gerçek sevgi denilebilir mi hiç?
İkinci husus ise iki cihanın Efendisi, Gözbebeğimiz, Sevgilimiz (sav) Hz. Aişe Annemize; “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” diyor. Yine Aişe Annemiz; “O’nun ahlakı Kur’andı” diyor. Buradan çıkacağımız sonuç, Mevlidi Nebinin ruhunu bize yansıtacaktır diye düşünüyorum. Şayet O’nu anarken buralara yolculuk yapamıyor, Kur’ani ahlakı hayatımızda tatbik edemiyorsak, bir yerlerde eksik bıraktığımız bazı şeyler yok mudur size göre de? Kutlanılası böyle özel günler, anılanlar kadar, kendimize çıkartacağımız sonuçlarla da doğrudan alakalı değil midir?
Mademki, kutlanılan gecenin sahibi; “güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” dediğine göre, bizlerde; “ahlakımız onun övgüsüne layık bir güzellikte mi” sorusunu kendimize sorup, cevabını “evet” olarak almamız gerekir düşüncesindeyim. Mademki, Hz. Muhammedin (sav) hayatı Kur’an-ı Kerim’in canlı haliydi. Bizim hayatlarımız ne kadar Kur’an’a uygun ve Peygamber Efendimizin örnek hayatına benziyor? Ticaretimiz nasıldır? Peygamber Efendimizin ashabına örnek olduğu bir ticarete uygunlukta mıdır? Ya idareciliğimiz? Hakkaniyet ölücüsünde adil mi? İkili ilişkilerimizde ne kadar Peygamberi ahlaka uygun yaşıyoruz. Özel hayatımız, aile ve çocuklarımızla, ebeveynimizle olan iletişimimiz Peygamber Efendimizin yaşantısından ne kadar nasiplenebilmiş?
Kısacası her sahada Peygamberimizi model olarak alamamışsak, onun ahlakına ve sünnetine uygun yaşayamıyorsak ona sevgimiz de pek tabii ki eksik kalacaktır. Ne kadar ona benziyorsak o kadar da onu seviyoruz demektir. Gerisi biraz da şekilcilik olur. Öyle ya; “Kişi sevdiğine benzer” diyen de Kutlu doğumuyla dünyamızı aydınlatan o mübarek insan değil midir?
Mevlit Kandilinizi tebrik ederken, her sahada ve her davranışta sünneti seniyyeye uygun olmayı, rol modelimizin ise iki cihanın gözbebeği olan Fahr-i Kâinat Efendimiz (sav) olmasını ve ona benzeyebilmeyi diliyorum.
Yorumlar kapalı.