Hayatımızdaki doyumsuzlukların, sorumsuzlukların, kinin,
hasedin, bilcümle erdemli olma karşıtlıklarının temelinde yatan duygu ve
düşüncenin kaynağı üzerine ilk insandan bugüne tüm peygamberlerin, filozofların,
evliyanın, azizlerin, bilge ve bilim insanlarının onca vahye, ilhama, sezgiye,
bilimsel veriye rağmen herkesin kabullenip tartışma dışı bırakacağı bir insan
profili anlayışı hala tartışma konusu. Hala tartışma konusu olduğuna göre,
demek ki bir “eksik parça” var ve onun yerine ikame edebileceğimiz
revize edilmiş orijinal yada çakma bir taklitte oluşturabilmiş değiliz.
O
zaman insanın temel unsurlarının doğurduğu “insani model”
anlayışına yeniden dönmemiz gerekiyor. İlk ortaya çıkışından tarihi seyri
içinde, hep iyi ile kötünün mücadelesine sahne olmuş, iyinin mükemmeliyet
olduğu dönemlerin kısalığına karşın, kötünün hükümran olduğu zaman
dilimlerindeki genişlik, gücünü ve kaynağını nereden almaktadır, ona bakmamız
lazım.
İyinin,
güzelin, doğrunun ve hakkın her daim gözetmek zorunda olduğu, kişi ve
toplulukların her türlü istem ve heveslerini dizginleyen bir “meşruiyet”
sınırları olmuş ve bu sınırlar çağlar ötesinden günümüze varlıklarını hep
korumuşlardır. Zaman zaman görülen çaresizlik ve sindirilmişlik süreçlerinde
bile bu sınırlar toplum bilincindeki yerini korumuş, uygun zaman ve zeminde
kendine yeniden bir diriliş kapısı aralayabilmişlerdir.
Kötü
kavramı ile kendini ifadelendirebileceğimiz her türden çirkinliğin,
ikiyüzlülüğün, yalanın, talanın ve haksızlığın en büyük güç kaynağı; meşruiyet
sınırlarının olmayışı, bir başka ifade ile sınır tanımazlığıdır. Kişisel veya
toplumsal istem ve heveslerin hayata geçirilmesi adına hiçbir kurala, hiçbir
kutsala, hiçbir norma ve düzene itibar etmemeleridir.
İnsanlık
tarihinin gelişim sürecinde en basit ve ilkel kabile yapısından günümüz modern
ve çağdaş medenilik iddiasındaki tüm toplumlarda gördüğümüz bu gerçek
karşısında, “İyi” kategorisindeki azınlığın ahlaki duruşu ile “Kötü”yü
temsil eden azgınların, azgınlıkları ile insanlığa yaşattıklar acıları bu
perspektiften bakarak değerlendirdiğimizde gelinen noktada, iyilerin tercih
ettikleri safta ağır bedeller ödedikleri gerçeği ile karşı karşıyayız.
Bu,
iyilerin kaderi midir sorusunun beşeri planda net bir cevabı var mıdır
bilmiyorum. Ama bildiğim şey, iyilerin iyilik hareketini genişleterek ve
derinleştirerek bu açmazı aşabilecekleri kanaatinin ağır bastığıdır.
Meşruiyetin sınırlarını zorlamadan, kendi konumlarının elverdiği ölçüler
içindeki iyilik halkasını ne kadar genişletebilirsek, o halkadaki hakimiyet
alanının cezbedici çağrılarının, insan fıtratındaki arı duru karakterleri
kendine çekeceğine eminim.
Fıtraten
temiz yaratılmış insanoğlunun, zaman içindeki kirlenmişliğini, deforme olmuş
karakterini onaracak olan; onun asli yapısı ile, yani tertemiz fıtri yapısı ile
buluşmasına zemin hazırlamak, sabırla ve azimle bu yolculukta ona yoldaş
olmaktır.
Yorumlar kapalı.