Tozlu raflarda unutulmuş bir çığlık gibi asılı durur kelimeler. Sessizliğin içinde kanat çırpar cümleler. Uçmayı bilmeyen kelebekler misali, dokundukları yeri yakıp geçer. Kapakları aralansın diye yalvarır her biri. Bir ömür boyu süren dua gibidirler. Kim duyar bu solgun mürekkeplerin feryadını?
Kitaplardan söz ediyorum tabii ki de. Suskun mucizeler. Sayfaları arasında göklerin çığlığı, yerin sükûneti saklıdır. Dünyanın döngüsünü bir yaprağa sığdıran sessiz tanıktır onlar. Öyle büyülü ki, insan okudukça varoluşunun rengini sorguluyor. Yarın Uluslararası Kitap Günü. Çocuk Bayramımız ile aynı zamana denk geliyor. Aslında kitap ve çocuk bir arada olunca daha da anlamlı. Okumak, yayınlamak, telif haklarını teşvik etmek adına ne kadar da değerli bir gün. UNESCO ve Birleşmiş Milletler tarafından da onaylanmış olan bugünün eşsizliği ortadadır.
Hayat ilk insanla başladığında ona sahifeler gönderildiğini biliyoruz. İlk emri “Oku!” ile başlayan ilahi vahyin muhatabıyız. Kitaplara iman etmeksizin Allah (cc) katında geçerli bir akaid düzeyine ulaşamadığımız da bir hakikattir. Öyle ise kitabın şerefine yakışır ve amentüsüne tabi olan bireyler olmaya mecburuz. Onları kütüphanelere, bilgisayar veya telefon hafızalarına hapsetmekten kurtarmalıyız. Raflarda tozlanan ciltler ve telefonlara yığdığımız kelimeler, okunmamış hikâyelerin karanlık mezarı olmamalıdır. Neden böyle diyorum? Çünkü kütüphaneler mezarlıklar kadar sessiz kalıyor artık. Ölülerin dilinden anlamak isteyen ise zaten yok…
Okumak, hayatlarımızda çok yüce bir gaye olmalıdır. Zira insan, ciltlerin arasına sıkışmış rüyaları avuçlayacağını sanır. Her satırın bir hançerin kabzası olduğu okunmadan anlaşılmaz. Her mısranın bir yaşanmışlık olduğu, okuyucunun kendini bulduğu mısralara dokunulmadan hissedilmez. Okumalıyız! Okudukça, kalbimize saplanmış sözcükleri, uğradığımız haksızlıkları ve saplanmış hançerleri çıkarırız acıttığı yerden. Öyle ya Allah boşuna mı ilk önce oku diye emretmiştir. Okudukça kâğıttan nehirler akar damarlarınızda. Bilirsiniz, kitapların da kalbi vardır. Çürüyen yapraklar, atmayı unutmuş yorgun kaslar gibidir unutulmuş kitaplar. Bir çocuk eli değmeli belki, yeniden canlansın diye. Ama çocuklar ekranlara bakıyor artık…
Kitaplar okunmadığında raflarda süs olur, vitrinlerde çürür. Altın harflerle yazılı isimler, birer mezar taşına döner. İnsanlar okumaz; okuduğunu sanır. Paylaşır, beğenir, unutur. Oysa gerçek kitaplar, ancak yalnızlıkla beslenir. Birinin gözyaşıyla ıslanmadıkça, çiçek açmaz satır araları. Zamanın dişleri kemirir sayfaları. Her eksilen harf, bir insanın kaybolan nefesidir. Eski kitaplar belki de bu yüzden hüzün kokar. İçlerinde biriktirdiği terk edilmişlikleri kendilerine batar. Böylece cilt cilt yalnızlıkları artar. Öyle ise; kitaplardan gelen çığlıkları dinleyelim. Yüzyıllık çınarların gövdesinde saklı fısıltıları. Kâğıt, en nihayetinde kâğıttır diyenlere inat, yanıp tutuşan kitapların duygusunda ısınalım. Küllerinden yeni uyanışlar doğduralım.
Okuma alışkanlığını, özellikle çocuklar ve gençler arasında yaygınlaştıralım.
Kitapları vesile ederek kültürler arası anlayışa katkı sağlayalım. Bu anlamlı günde yazarları ve eserlerini hatırlayıp edebiyatın toplumsal rolünü hatırda tutalım. Kitap sevgimiz bir günlük olmasın. Çünkü kitap, günü değil, ömrü anlatır…
Kitap Günü’nüz kutlu olsun!
Yorumlar kapalı.