Aslında
günlerdir tartışılan ve gündemin ilk sırasına oturan yamukluk, “dokunulmazlık”
zırhının TBMM eliyle kötüye kullanılmasının yolunu açan ve neredeyse bir “teamül”
haline gelen “dönem sonuna erteleme” çarpıklığında yatıyor. Velev
ki, milletvekili de olsa, bir insan suç işlemişse adaletin geciktirilmeden
yerini bulması değil midir doğal olan?. Bir kısa örnek, militan bir
milletvekili güvenlik görevlisini tokatlayacak, ama o dokunulmazlık artık kaç
dönem sonra sona erdiğinde adalet aranacak!. Böyle adalet olmaz olsun demenin
ötesinde bunun “ihkak-ı hak” aramaya kadar gidebilecek
olumsuzluklara kapı aralayabileceğini de hesaba katmakta yarar var.
Katilin
kiralanmış, beyni yıkanmış, teşvik primi almış terörist olması, suçun itici
gücü “azmettirici”yi aklamaz, suçtan vareste tutamaz. “Azmettirici”nin
terörize ettiği ortamın “ölümcül vuruş”unu yapanlarını
yargılıyorsanız, olayı terörize edenleri de o grubun her bir ferdince işlediği
kanunsuzluklardan sorumlu tutmanız gerekmez mi? “Gerekir ama erteleyelim”
mantığını benimsediğinizde, canından can kaybeden mağdurların adalet
aramalarına vurduğunuz ket, “ihkak-ı hak” yolunu açmaz mı?
Burada
bir tespitimi daha paylaşmak isterim; Ak Parti’nin rüştünü ispat edip “muktedir
iktidar” olduğunun genel kabul gördüğü 2007’den bu yana yazılarıyla,
yorumlarıyla iktidar yanlısı olduğunu bildiğimiz bazı
yazar-çizer-entellektüelin son günlerde garip bir şekilde dokunulmazlıkların
kaldırılmaması yönünde kamuoyu oluşturma
gayretkeşliğini anlamakta zorlanıyorum. Hiçbir zaman da bir suça iştirak eden
veya azmettirenin yaptığının yanına kar kalmasını anlayamam, vicdanen kabullenemem.
Tüm stratejisini “yalan” üzerine kurdukları “barış”
çağrılarıyla perdelemeye çalışan HDP temsilcilerinin 28 Şubat 2015 tarihinde
netleşen “çözüm karşıtlığı” ve tescil edilen “PKK siyasi
büro temsilciliği”nden sonra bunların parlamentodaki varlığı
meşruiyetini yitirdikleri gün oldu.
Hafızalarımızda
tazeliğini koruyan ve kayıtlarda daha dün gibi duran, tüm PKK ve yandaşlarının
“Hükümet üzerine düşeni yapmadı, çözüm masasını Cumhurbaşkanı Erdoğan devirdi” hezeyanını
dayandırdıkları o günlerinin özeti
şuydu:
28
Şubat 2015’te Dolmabahçe’de hükümet ve PKK’nın siyasi temsilcileri (HDP)
temsilcileri, örgütün “Türkiye cumhuriyeti devletine karşı silah
kullanmaya son verme” çağrısında bulunmuşlardı. Bu çağrıyı yapan
temsilcileri daha Dolmabahçe sarayından ayrılmadan, çağrıdan 20 dakika sonra HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, “Hükümet
yürüttüğü politikayla zerre kadar umut vermiyor, barışa yaklaşmıyor” derken
aynı gün KCK/PKK üst yöneticisi Mustafa Karasu’nun “Hükümet
eğer ciddi ise bizi Öcalan’la görüştürsün”, “PKK kongre yapıp silah bırakma
kararı alacak biçimindeki yaklaşımlar demagojidir” açıklamasını Cemil
Bayık’ın 5 Mart 2015
tarihli “Önce çözüm, daha sonra silah bırakılacak” ve 11
Mart 2015 tarihli Cemil Bayık ve Bese Hozat’ın müşteren yaptıkları “PKK
silah bırakacak açıklamaları, AK Parti’nin seçim propagandasıdır” açıklamalarıyla
devam etti. Bununla da yetinmeyen Bayık, “Biz istediğimiz zaman kongre
yaparız, ama bu kararı önderlik bizzat gerillayla buluşmadan almayız” açıklamaları
takip etti.
Tüm
bu yalan üzerine kurulu stratejiyi sürdüren milletvekillerinin dokunulmazlık
zırhından yararlanarak her geçen gün dozunu yükselttikleri terörizmi kutsama,
teröristi himaye, terör propagandası ve uluslararası karanlık ilişkilerin
irdelenmesinin, hukuken mercek altına alınmasında çok ama çok geç kalındı.
Artık zararın neresinden dönülürse kardır kuralı ile bu işe bir nokta koymanın
zamanı geldi de geçiyor bile..
Devam
edeceğim…
Yorumlar kapalı.