Dünya insanlığı her sahada, tüketiciliğin çılgınlık düzeyindeki zirvesini yaşıyor. Çok uzağa gitmeye gerek yok, yakın tarihe yapacağımız bir yolculuk ile hayatımızda her şeyin bollaştığını mukayese edebiliyoruz. Hayatı kolaylaştıran teknolojik gelişmeler, ürün bolluğunu da birlikte getirdi. İsteyen, istediğine kolaylıkla ulaşabiliyor. Ancak bu tüketimi karşılayacak iktisadi güce ulaşmak, pek o kadar da kolay görünmüyor. Kendini dengeleyemeyenler ise; tüketimin azgın denizinde boğulmaktan berî kalamıyorlar.
Dedelerimiz den kıtlık zamanlarını çok dinledik. O dönemin çocuk ve gençleri olan ebeveynlerimiz, acı hatıralarla andıkları o günleri pek hatırlamak istemiyorlar. Orta yaş kuşağı ise ara dönemi yaşıyor, kıt imkânlardan bolluğa geçen bir dönemeçte yol alıyorlar. Yeni kuşak ise hiç yokluk yaşamadığı için kolayca tüketim gerçekleştirebiliyor. Aileler çocuklarına çok düşkünler; “Biz yorulduk onlar yorulmasın, biz üzüldük onlar üzülmesin, biz yoklarla yaşadık onlar yokluk yaşamasın” diye çabalayıp durduğumuz, çoğumuz için bir hakikat değil mi? Hatta işin dozunu kaçırıp, onlar için yaşamaya başlamadık mı? Hem de kendi hayat gerçeğimizi unutarak. Evet, bu haliyle bizimkisi adanmış hayatlardan! Oysa kolay elde edilenler kolay tüketiliyor. Bu yüzden yeni kuşaklar varı-yoğu bilmezken, kucağında bulduğu nimetleri de hoyratça tüketiyor. Hayatta sıkıntı nedir bilmediklerinden olsa gerek, en küçük bir olumsuzluk karşısında da depresif şikâyetlerle kliniklere koşuyorlar…
Tasarruf denildiğinde bizde yaptığı çağrışımlar da farklılık içermektedir. Bu farklı algı, çılgınca harcamayı bir hak görmeye kadar gidebiliyor. İsrafta hudut tanımayan yaşam tarzı, herkesi kendi ölçeğinde ve kendi gerçeğinde bir çıkarım yapmaya zorluyor. Halbuki tasarrufla ilgili istatistiksel veriler, bize öyle hiç de aydınlık gelecekler vaat etmediğini göstermekte. Borçlanma oranlarımız gerek bireysel, gerek küçük gerekse ülke ölçeğinde hiç de azımsanacak gibi değil! Unutulmamalı ki gereksiz her tüketim, işsiz insan sayımıza bir nefer daha katmaktan ve toplumsal huzursuzluklara katkı sağlamaktan başka bir işe yaramıyor. Ülkemizde çöpe atılan ekmek sayısının aç ülkelerdeki insanların ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde olduğunu, bilmeyenimiz yoktur sanırım. Beyaz eşya tüketimi, elektronik aletlerin yenilenmesi, her çıkan yeni teknolojiye ulaşma isteği ülkeyi hurdalığa çevirmedi mi? Hangimizin evindeki cep telefonu sayısı ihtiyacının üzerinde değil. Atıl kalan, teknolojisi eskidi diye değiştirilen sasıyı belirsiz telefon ve eşya, oyuncak sepetlerinde çocukların bilinçaltı dağarcığına hançer gibi saplanmıyor mu?
Keşke tüketilenler sadece bunlardan ibaret olsaydı! Her yenilik aynı zamanda insani bir değerimizi de alıp götürmedi mi? Evet teknik gelişmeler ve imkân bolluğu; bir yandan hayatımızı kolaylaştırırken, diğer taraftan bilinçsizlik, lüks ve israf nedeniyle çok şeyimizi de alıp götürdü. Bilgi ve iletişim teknolojisinde baş döndüren gelişmeler, insanımızı adeta robotlaştırdı. Sonuç; tüketilen duygular, tüketilen değerler manzumesi ve tüketilen insanlık…
Keşke birazcık da insani erdemler açısından tasarruf yapabilseydik! Çok zamana gerek yok; yakın bir gelecekte mumla arayacağa benziyoruz yitik değerlerimizi.
Öyleyse vakit, tasarruf zamanı…
Yorumlar kapalı.