Bugün
Ak Parti üzerinden siyaseti okumaya çalışanların temel yanılgısı, bir
düşüncenin siyasi platforma taşınırken hukuki normları gözeterek
şekillenmesinin ötesinde, dayandığı düşüncenin beslendiği kaynakları gözardı
etmeleridir. Daha da netleştirmek gerekirse, denebilir ki, yüzyıllık sivil bir
mücadelenin uygun iklimi bulduğunda günyüzüne çıkıp yeşermesi, filizlenmesi,
dallanıp budaklanıp devasa bir çınara dönüşmesidir. Bugün kök saldığı topraklarda
yaşayan insanımızın yarıdan çoğunu gölgesinde toplayabilen bir hareketi, basit
bir siyasi odak/parti olmanın çok çok ötesinde bir olgunun adı olarak okumak
gerekiyor.
Halen
devam etmekte olan bu yüzyıllık mücadelede, karşılaştığı tüm despotik baskılara
rağmen meşruiyet çizgisini hiçbir zaman terk etmeyen; yönetim kodlarını
Kemalizmden aldığı iddiasıyla
dindarların devlet yönetiminden özenle uzak tutulmaları yanında,
inançlar karşısında nötr olması gereken devletin din ve dindarları bir sorun
olarak kategorize edip kamusal alandan dışlaması, bu hareketin doğup
büyümesindeki asıl etkendir.
Ak
Parti’yi doğuran atmosferin esas bileşenlerinden en başta gelenin bu olduğunu
tespit ettikten sonra, partileşmenin niçin “Erdemliler Hareketi”
olarak başladığını anlamak, bugün niçin hergün biraz daha belirginleşen, AK
Parti yerine “AK Parti hareketi” olgusundaki “dava”
bilincini anlamak zor değildir.
Ancak,
özellikle son günlerdeki hızlı iç değişimi “dava” ruhunu doğru
okuyamayanların “davanın ruhuna okumayı” önceleyen
cazgırlıklarını gözden kaçırmamak gerekir. Tüm hukuki kurallara uyarak
seçimlere giren, seçim kazandığında iktidar olan, kendini iktidara taşıyan
çoğunluğun tercihlerini dikkate almasının demokrasinin gereği olduğunu
unutanların elbette “dava” diyen insanların yönelimlerini
anlamaları beklenemez. Ancak, bununla siyaseten mücadele etmenin demokratik
yolu “davanın ruhuna okumak”la ifadelendirilebilecek sinsice
belaltı vuruşlar olmamalı.
Tüm
bunları Ak Parti’nin 22 Mayıs’ta gerçekleştirdiği kongrede Ahmet Davutoğlu’nun
–aday olmadığı- parti Genel Başkanlığı ve Başbakanlığı Binali Yıldırım’a
devretmesi üzerine yapılan spekülasyonların iyi niyetten uzaklığına işaret
etmek için yazıyorum.
2014
Ağustos’unda Recep Tayip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildiğinde, kendisinin de
işaretiyle parti genel başkanı olan Ahmet Davutoğlu’nu ilk tebrik edenin -o
günlerde başkan adaylığı hayli konuşulan- Binali Yıldırım olduğu medya
arşivlerinde kayıtlı. Bugün de Binali Yıldırım’ın genel başkan olmasını kongre
atmosferinin dışında ilk tebrik edenlerin başında Ahmet Davutoğlu’nun olduğunu
görmezden gelirsek, o zaman yukarıdanberi bahsettiğim o “ruhun doğru
okunmadığı” gerçeği ile yüzyüze geliriz ki, bu süreçte sıklıkla
bahsedilen “fitne” halen canlılığını koruyor demektir.
Son
birkaç gündür iktidar blokuna sırtını dayamış bazı yazar ve aydınlarla,
iktidarın tepelerinden umdukları siyasi beklentilerine karşılık bulamayan
vekiller, “fitne” ateşini canlı tutmanın gayretindeler;
Kimi
“Davutoğlu çok konuşuyordu, oysa Yıldırım iş yapacak” gibi
klişe söylemlere, kimi yeni dönem dış politikasının “çok
daha ‘uzlaşmacı, pratik, değişen koşullara uygun adımların atıldığı’
bir dönem olacak” gibi kehanetlerle de yetinmeyip problemin ideoloji,
doktrin ve dindarlık çekişmesinden kaynaklandığı imasında bulunarak zihinleri
bulandırmaya çalışıyorlar.
Belki
de bunlardan daha çirkin ve sinsi olanlarsa, beraber bir ömür geçirdikleri
Fetullah Gülen’in tavsiyeleri ile “takıyye”nin zirvesine çıkarak
bugün suret-i haktan görünenlerin saçtıkları nifak tohumu; Küresel sistemin
Erdoğan-Davutoğlu çatışması yaratmak için ikili arasında sanki bir güç
mücadelesi varmış algısına köşelerinde çarşaf çarşaf yer vermeleri.
Şimdi
başımızı iki elimizin arasına alıp düşünelim ve soralım; olgular üzerine
argüman geliştirenler, öyle dahiyane argüman geliştirecek kapasiteniz var
idiyse, neden olguların seyrini ve sonuçlarını beklediniz?
Her
şeye rağmen kişisel bir umutsuzluğum yok. O “dava ruhunu doğru okuyanlar”ın
inandıkları ve azimle yürüdükleri yolda zafere ulaştıracaklarına inanıyorum.
Yorumlar kapalı.