Biraz geriye gider, 2000’ler öncesine bakarsak, siyasi partilerimiz halka sunacakları politikalarını üç-beş kişilik çelik çekirdek tabir edilen kadrolarıyla kapalı mahfillerde oluşturur ve o program çerçevesinde oluşturdukları politik duruşlarını kendi partilerinin milletvekili, il-ile örgütleri, delege, yandaş ve candaş medyadaki sözcülerine dikte ettirirlerdi. Bugünle kıyaslandığında son derece itici ve irrasyonel bir uygulama yaşanırdı. Şimdi, bu politikalar biraz daha geniş katılımlı, lüks ve pahalı kamp merkezlerine evrildi. Umalım, gelecekte bu politika oluşturma seansları, halkın da katılabileceği daha geniş arenalara taşınır; politize olmuş siyasi holiganların provokasyonlarından çekinmeden açık tartışmalı zeminlerde yerini bulur. Bu dileğimi ifade ettikten sonra, yaşanan son politik kampa ilikin düşüncelerimi paylaşmak istiyorum..
Cihan Haber Ajansı’ndan medyaya yansıyan haberlere göre, haftanın son iş gününde CHP milletvekilleri ve MYK üyeleri ile Bolu Büyük Abant Otel’de iki gün sürecek bir çalışma toplantısı yapan Kılıçdaroğlu için, bulundukları coğrafyadaki sert rüzgarlar, toplantı salonun sıcak atmosferi ile karşılaşınca, kör dövüşü için gerekli gri ortam yaratılmış ve 5 saat olarak planlanan ilk gün oturumu uzatmalarla 6 saatte bitirilebilmiş. Edinilen bilgi; basına kapalı yapılan toplantı, tartışılan konularda orta yol bulunamadığı için uzamış.
Haberin detaylarına bakılırsa, toplantının ana gündemi, son günlerin en çok tartışılan konusu olan başörtüsü sorunu. Bazı CHP milletvekillerinin, konunun zamanlamasını yanlış buldukları ve bu tartışmaların 2011 seçimlerinden sonraya bırakılmasını istedikleri, bazı milletvekillerinin ise, başörtüsü konusunu tabana anlatmakta güçlük çektiklerini dile getirdikleri, CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman ve bazı arkadaşlarının da, parti tabanın bu tartışmalardan rahatsız olduğunu, bu konuyu kendilerinin gündeme getirmelerinin doğru olmadığını ifade ettikleri bilgisinin yer aldığını, tüm bunlara karşın CHP yönetiminin, özellikle üniversitelerde başörtüsü sorununun çözülmesinden yana tavır takındığı ifade edilmektedir.
Bu bilgi notundan sonra, toplantının birkaç gün öncesinde dönüp baktığımızda, hem Ankara’nın “derin sivil gırtlağı” hem de CHP’nin –özellikle Baykal döneminde- “basın temsilcisi” gibi çalışan Milliyet’ten Fikret Bila’nın yazdıkları, Abant’ta yaşanacak tartışmaların ilk esintilerini veriyordu. Sayın Bila’nın yazdığı şu; “Kılıçdaroğlu, türban konusunda CHP’nin çizgisini tamamen değiştirmiş görünüyor. Türbanın Anayasa Mahkemesi kararıyla engellendiğini anımsattığımızda, ‘Anayasa’da veya YÖK Yasası’nda yasaklayıcı bir hüküm yok. Konu, Anayasa Mahkemesi’ne götürüldüğü için bu karar çıktı’ değerlendirmesini yaptı. Bu yaklaşım Kılıçdaroğlu’nun bu yöndeki düzenlemeleri Anayasa Mahkemesi’ne götüren eski CHP çizgisini benimsemediğini, onaylamadığını gösteriyor…”
Zaten, Kılıçdaroğlu’nun Bila’ya yaptığı bu açıklamanın hemen ertesinde CHP’den yapılan açıklamada da, “CHP’nin, YÖK tarafından İstanbul Üniversitesi’ne gönderilen ve kız öğrencilerin türbanlı olsa bile derslere girebilmesinin önünü açan yazısına karşı bir adım atmayacağı ve sessizlik politikası izleyeceği” belirtiliyor.
Anayasa Mahkemesi ve AİHM’in türban yasağını bir YÖK kararına dayandırdıkları, YÖK’ün o karardan dönmesi ile, yasağın hiçbir dayanağının kalmayacağı gerçeği bir tarafa, konuyu takip eden herkes biliyor ki, işin püf noktası CHP’nin tutumunda düğümleniyor. CHP’nin “aktif karşıtlık” politikasından “sessizlik politikası” na evrildiğine –gönlüm istiyor ama- inanmıyorum. Mayasında “yeminli türban düşmanlığı” olduğunu dün, Fazilet Partisinden 18 Nisan 1999 seçimlerinde İstanbul milletvekili olarak seçilip 2 Mayıs 1999’da TBMM’nde ant içme töreni sırasında, başörtülü olduğu için meclisten çıkartılan, Ecevit’in “bu kadını atın!” haykırışından sonra Bakanlar kurulu kararıyla, ABD vatandaşı olduğunu bildirmediği için sadece Meclisten değil, vatandaşlıktan da çıkartılan Merve Safa Kavakçı( O, şimdi Washington’da George Washington Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Fakültesi’nde öğretim üyesi)’ya, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in kışkırtmalarıyla reva görülen muameleyi hatırlayınca, inanasım gelmiyor. CHP’nin, Namık Kemal’in deyimi ile, “hamiri mayesi” buna müsait değil. Ha! Olursa ne olur?; o zaman da CHP sahillerdeki “Beyaz Türkler”in partisi olmaktan çıkar Cumhuriyet Halkının Partisi olur.
Yorumlar kapalı.