Geride
bıraktığımız haftanın en çok tartışılan siyasi konusu, CHP’nin Kurultay
tiyatrosuydu. Deniz Baykal’ın rezil bir komployla genel başkanlıktan istifa
ettirilmesi sonucu, aynı senaryonun ikinci ayağında parti genel başkanlığına
atanan(!), o günden bugüne girdiği tüm seçimlerin mağlubu, gittiği her
kurultayın galibi, “Kurultayların efendisi” Kemal
Kılıçdaroğlu’nun son kurultaya da tek aday olarak girip yeniden genel başkan
seçilmesi çeşitli tartışmaları da beraberinde getirdi.
Kılıçdaroğlu’nun
genel başkanlığa geldiği ilk kurultay ve sonrasında sık sık dillendirdiği “Yeni
CHP” söyleminin o günlerde CHP’nin ezelî ve ebedî mü’minlerinde büyük
heyecan, Ak Parti düşmanlığında birleşen kesimlerde de büyük umutlar yeşertmişti.
Ancak ilerleyen zamanda CHP’nin siyasette sürekli patinaj yapması, kemikleşmiş
ülkenin dörtte birlik seçmen kitlesinde dişe dokunur bir yükselmenin
sağlanamadığı, ancak partinin yönetim yapısında sessiz sedasız bir değişimin
giderek belirginleşmesi “parti nereye gidiyor?” içerikli
kaygıların yüksek perdeden dillendirilmesi ile açığa çıktı.
Parti
politikalarının iç dinamiklerle değil; daha çok Berlin, Lüksenburg, Waşington
merkezli bir network içinde Paralel Devlet Yapılanması(FETÖ) tarafından yönlendirildiği,
özellikle Almanya merkezli “Ali’siz Alevilik” anlayışının partiye
egemen kılınması çabaları, nihayet bu son kurultayla su yüzüne çıktı. Gelinen
bu son aşamada Kılıçdaroğlu, partinin “fabrika ayarları” ile “Yeni
CHP”ye sindirdiği “format” arasında tercihini
belirginleştirip “yeni yol haritası”nı kurultaya onaylattırdı.
Böylece parti, “Yeni CHP” olarak evrimleşme sürecinde dünün “fabrika
ayarları” ile durağanlaşan yapısını, “yeni yol haritası”nın
gösterdiği istikamette bir değişime taşımış oldu.
CHP
kurultayından sonra gündemin en çok tartışılan başlıklarından biri olan
Kılıçdaroğlu’nun, namus ve şeref gibi yabancısı olduğu kavram ve değerler
üzerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan’a saldırmasının altında yatan sebebin de,
partideki değişimin çok fazla tartışılmasını perdelemeye yönelik bilinçli bir
gündem saptırması olduğu da gözlerden kaçmadı. 2010 Mayıs’ında ahlaksız bir
kumpasla kendisini genel başkanlık koltuğuna oturtanların yüklediği misyonu “Son
kullanma tarihi” gelmeden tamamlama zorunda olduğundan, “Yeni
CHP”nin en öne çıkan karakteristiği “mezhepçi yapılanma”
sonucunda, partinin 52 kişilik en üst yönetim organı olan Parti Meclisi’ne 42
Alevi’nin getirilmiş olması tesadüf değildir.
Burada
en kestirme ifadesiyle “CHP Alevi Partisi” oldu demiyorum. Nasıl
HDP bütün Kürtleri temsil eden bir “Kürt Partisi” değilse, CHP de
bütün Alevileri temsil eden, ya da salt Alevilerin oluşturduğu bir “Alevi
Partisi” oldu demek yanlış olur. Söylemek istediğim şu: Nasıl ki
HDP’nin tepe yönetimi Türk solunun Marksist kanadı tarafından işgal edilmişse,
CHP’nin tepe yönetimini de “Alisiz Alevilik” fraksiyonuna inanmış
Almanya güdümlü Alevi’ler işgal etmiş bulunuyorlar.
Eski
CHP’li ve o dönemin Parti Meclisi üyesi Savcı Sayan’ın 20 Ocak 2016 tarihinde
basına yaptığı açıklamada Kılıçdaroğlu’nun Alevilik sorunu çıkarmada başrol
oynayacağını ifade eden “Kürt sorunu çözüldükten sonra Kılıçdaroğlu’nun
desteğiyle Türkiye’de bir Alevilik sorunu başlatılacak” , “… Kılıçdaroğlu bu
bloklaşmada özel görevlendirilmiştir, orada bir koridor açmak istiyor”
kaygısına, Türkmen Alevi ve Bektaşi Vakfı Başkanı Özdemir Özdemir’in 21 Ocak
2016 tarihli Yeni Akit gazetesine yaptığı açıklamada, “CHP üzerinden
Alevilere büyük bir tuzak kuruluyor” dedikten sonra “Kripto
Ermeniler kendilerini Alevi olarak gösteriyorlar. Bunlar Atatürk’ün partisinden
de öç almak için CHP’nin içine sızıp Alevi toplumunu devlete düşman yapmaya
çalışıyorlar. Her Alevi CHP’li diye bir olay yok” ifadeleri dikkate alınmaya
değer.
Sütunumda
yer kalmadı. Son bir not; CHP’de sessiz sedasız gerçekleştirilen ancak son
kurultayda deşifre olan durumu Evrensel Alevi Bektaşi Birliği Başkanı Av. Ali
İhsan Şahin’in de CHP’yi “mezhepçilik” yapmakla suçladığını
kaydedelim.
Yorumlar kapalı.