Küçük ölçekli işletmelerden ailelere, bireylerden devletlere kadar her alanda tasarruflu olmanın önemi git gide artmaktadır. Çünkü tüketimin çoğaldığı, üretimin aynı şekilde yeterli düzeyde olmadığı ve pazar olanaklarının sınırlandığı ekonomiler daralmaya mahkûmdur. Mali sıkıntılarımızın temelinde ise yatırımsızlık yatmaktadır. Tasarruf imkânlarının yetersizliği ihtiyaçların karşılanmasında kaynak yetersizliğine yol açmakta. Borçlanmaya yönelen küçük büyük her ekonomi ihtiyaç duyduğu finansmanda dışa bağımlılıktan kurtulamamaktadır. Elbette hayatımızın devamı, idarenin işleyişi ve ekonominin döngüsel yapısı harcamayı zorunlu kılmakta. Fakat geri dönüşüm imkanlarının değerlendirilemediği, dışa bağımlılığın her düzeyde arttığı şu günlerde borçlanma ve mali daralmada kendini gösteriyor.
Büyük sektörlerin kendisini daha da büyüttüğü, küçüklerin ise dahada küçüldüğü bir iktisadi yapı, tedbir almayı zorunlu kılıyor. Borç yükümüz büyüyerek devam etmekte. Özelleştirme olanakları ise sınırlandı. Buna karşın tüketim alabildiğine artıyor. Lüks toplumu olduğumuz bir gerçek. Üç kişilik çekirdek ailelerin dahi kapısında üç tane araba bulunuyor. Devletimiz yüksek düzeyde vergiler koymasına rağmen dışa bağımlı araç furyasını önleyebilmiş değiliz. Her sahada israfın varlığı gözümüze batıyor. Cebimizi yakıyor. Garip bir telaşın ve yarışın içindeyiz. Daha çok çalışıyoruz daha fazla tüketebilmek adına. Daha fazla gezmek, yemek, içmek, giyinmek ve eşya alabilmek için.
Öyle ya; “Dünyaya bir daha mı geleceğiz? “Yaşamayı bilmek lazım birazda. Sen ne anlarsın gezmekten tozmaktan.” gibi serzenişlere muhatap oluruz kimi zaman. Zaten biz de dünyaya bu amaçlar için gönderilmişiz! Öldükten sonra sanki bir hayat bizi beklemiyor. Ye, iç, gez, toz, tüket ve boşalt! Ömür böylece geçip gitsin, oh ne âlâ… Bunca tüketime ne ömür ne de para yeter. Deniz olsa tükenir, okyanus olsa suyu çekilir.
Bir araba için on yıl faizli kredi kullanıyoruz. Bir ev için bir ömürlük borca giriyoruz. Cep telefonu markalarına yarış tutturuyoruz. Aynı eşyaları kullanmaktan usandım deyip eskimeden değiştiriyoruz. Yenilenen sektörle birlikte bizde her şeyimizi her on yılda bir yeniliyoruz. Yani elimizde olmadığı halde lükse takılıyoruz. “Borca girmeyince de alınmıyor ki canım” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Üretim olmadan geleceğe ipotek koymak. Her şey yolunda gidecekmiş gibi hesaplar yapmak. Evdeki hesap çarşıya uymayınca da garip tesellilerde çareyi aramak. Kolaycılık değil mi size göre de?
Atalarımız ne demişler; “ayağını yorganına göre uzat…”Dünya ölçeğinde yapılan araştırma ve istatistikler tasarruf oranımız hakkında ciddi sonuçlar veriyor. Dünya’nın en zenin ülkelerinin tasarruf oranından daha düşük bir noktadayız. Yani % 13-15 civarlarındayız. Ülke ekonomisinin cari açığının ana nedenlerinden birisi de bu oran ve tüketim canavarı oluşumuz olmasın. Ne dersiniz?
İthalata dayalı bir tüketimin pençesindeyiz. Ürettiklerimiz de tarım gibi hizmet malı. Yani para etmeyen cinsten. Ticaret malı hükmünde olmadığı için bir telefonu ancak bir traktör buğdaya alabiliyoruz. Bir televizyon ya da bilgisayara da ne kadar pamuk veriyoruz varın siz hesap edin. Para ve emekler dışarıya uçtuğu için ne yatırım yapabiliyoruz ne de üretim. “Cep delik cepken delik” diye ne güzel özetlemiş atalarımız.
Yarınımız bu günümüzden de kötü olmasın istiyorsak, her ölçekten üretime katkı vermek ve israfı önlemek zorunluluğumuz bulunmaktadır. Tercih bizimse sonuçta bizim…
Yorumlar kapalı.