Resmi
tarih yazıcılarının sadece kendilerine dikte edilenle yetinip gerçeği bir türlü
yazmadıkları yüz yılı aşkın bir parlamenter sistemin gelip tıkandığı
noktadayız. Oysa, o doğru dürüst yazılmayan/yazılamayan dönemin gerçeği, bugün
yaşayan kuşaklar tarafından tüm gerçekliği ile biliniyor olsaydı, eminim başta
siyasi hayatımız olmak üzere, üniversitelerimizin, gazetecilerimizin,
aydınlarımızın, iş dünyasının, sendikaların, Sivil Toplum Kuruşlarının 21’nci
yüzyıl vizyonu bu kadar ayrı kutuplara savrulmaz; toplumun tüm katmanlarınca
benimsenen/önemsenen bir ortak payda ve paylaşımda toplumun huzuruna katkısı
olurdu.
Çok
partili hayata geçtiğimiz ve iktidarın tek partili sistemin elinden çıktığı
1950 seçimlerinden sonra başlayan ve siyasi karşıtlığı aşan, toplumsal
karşıtlıklar yaratma eğilimi, aradan geçen 65 yıllık bir sürenin sonunda zirve
yaptı. O tarihten bu güne dönem dönem doğrudan “iktidar”, ama hep
dolaylı yollardan “muktedir” olduğu gücü kaybettiğinin ve o mutlu(!)
günlerin tekrar geleceğine dönük ufukta hiçbir ışık huzmesinin
kalmadığının farkına vardıkları son
birkaç yıldan beri hem siyasi arenada, hem de yandaş elitlerin kurgulaması ile akademikler, gazeteciler, aydınlar, iş
dünyası, sendikalar ve Sivil Toplum Kuruluşu odaklarında doğrudan
düşmanlaştırma operasyonlarına başladılar.
İsmet
İnönü’nün Adnan Menderes’e, Süleyman Demirel’in Turgut Özal’a, 28 Şubat’ın çok
başlı kabile çadırında öne sürülen Bülen Ecevit’in Necmettin Erbakan’a kök
söktürdükleri siyasi kumpasların en son evrildiği nokta, Ak Parti’nin kurucu
lideri “Başkan” Recep Tayip Erdoğan’ın şahsında tüm Ak Parti
kadrolarına karşı düşmanlığın ete kemiğe büründüğü, Kemal Kılıçdaroğlu’nun
artık patolojik bir hal aldığına şüphe kalmayan kilinik vak’a psikozuna eşlik
eden Selahattin Demirtaş’ın militanca saldırganlığı giderek toplumun
sosyo-politik kutuplaşmasında geleceğe dönük ciddi kaygılara kapı aralamakta.
Basma
kalıp ön yargılardan organize bir kurgu ile üretilen nefret sarmalının henüz
bir karşıt yapılanmaya dönüşmediği; ancak bu nefret, aşağılama, ötekileştirme
gibi her türlü düşmanca tavrın giderek sabırları zorladığı; Ak Parti
kadrolarının lider bağlılığı kodunda tahammül gösterdiği bu düşmanlaştırma
paranoyası, korkarım bir gün aradaki bariyerlerin yıkılması ile toplumda
onulmaz yaraların açılmasına zemin hazırlıyor. Bu paranoyanın biran önce son
bulması temenni ile ulaşılacak noktayı çoktan aşmış görülüyor. Belki son umut,
CHP’nin özünden kopmamış, gözünü “Başkan” Recep Tayip Erdoğan’nın
şahsında iktidar düşmanlığı paranoyası bürümemiş “akil” kadroları
ile, Kürt siyasetinin etkili bölge kanaat önderlerinin PKK/HDP siyasetini
yeniden temize çekmeleri.
Son
umut bağlamında ifade ettiğim kesimlerin, bu gidişatın gündelik hayatımıza
kadar indirgenen etkilerini görüp, insanların yaşam kalitesine kadar tahrip
edici yıkıcı etkilerinin artık muhalefet sınırlarını çok çok aştığını
görmelerini ve eğer elleriyle/dilleriyle bu “düşmanlaştırma”
sarmalının aşılmasına katkıları olacaksa, vakit bu vakittir.. yarınlar, “keşke”
demenin pişmanlığında vicdan azabının iç burkuntularına gebe.
Siyaseten
hiçbir rasyonalitesi olmayan, nefret dili üzerinden kurgulanıp sürdürülen
kampanyaların kendi yandaşınız holigan karakterlerde yarattığı heyecan
dalgasının rüzgarı farklı basınç alanlarında yıkıma yol açtığı zaman,
karşılaşılması mukadder reaksiyonun etki-tepki kaosundan hiçbir katmanın kazançlı
çıkma ihtimali yoktur. Bugün sizin, hayatın gerçeğine sırt çevirmiş savruk
duygularınızın tatmin edilmiş olması, -temenni edilmez ama- gelecek yıkımı
engelleyemeyecek ve siz de bundan payınızı alacaksınız.
Yorumlar kapalı.