Geçen hafta 28 Temmuz 2010 tarihli “Bulamaç’ Zaman’a yakışmadı..” başlıklı yazımda Zaman gazetesi yazarı –kimilerine göre İslamcı yazar- Ali Bulaç’ın haftalık Özgün Duruş Gazetesi’ndeki 23.07.2010 tarihli “Evet” mi, “hayır” mı? başlıklı yazısını ele almış ve Bulaç’ın bu yazısında referandumu neden boykot edeceğini, ancak “bulamaç”la nitelendirebileceğimiz bir bulanıklık içinde öylesine harmanlamış olması üzerinde durmuş, “imzasını görmesem bu yazının, kimliğini gizleme ihtiyacı duyan bir BDP Milletvekili ya da PKK teorisyeni tarafından yazıldığını düşünebilirdim” demiştim.
Bulaç’ın Özgün Duruş Gazetesi’ndeki yazısında özetle, kendisinin referandumu boykot edeceğini, kendisi gibi düşünmeyenlerin de bu referandumla getirilmek istenen değişikliklerin İslam’a uygun olup olmadığını sorgulamalarını, eğer içinden çıkamıyorlarsa, “Ben camiada İslam âlimi, fakihi, kanaat önderi bilinen zatlara; mesela Hayrettin Karaman Hoca’ya, Faruk Beşer, Halil Gönenç, Muhammet Savaş, A. Rıza Demircan, Abdulaziz Bayındır hocalara soruyorum: ‘Kadına pozitif ayrımcılığın’ İslam fıkhı açısından hükmü nedir?” diye tıpkı kendisinin yaptığı gibi, sorgulamalarını üstü örtülü bir tavsiye ile bitiriyordu.
O günden sonra konuya ilişkin olarak dikkate değer bulduğum dört yazı ve Bulaçın çarkettiği bir yazıyı dikkate değer buldum…
Önce yazımın yayınlandığı gün Gazeteciler.com internet sitesinde Cenk Açık imzalı “Ali Bulaç’ın asıl derdi ne?” başlıklı zehir zemberek bir yazı yayınlandı. O yazıda Ali Bulaç’ın tüm mantık örgüsünü “menfaat” üzerine kurguladığı, Fetullah Gülen hakkındaki ‘Ağlayan ve Ağlatan hoca’ başlıklı ağır eleştiri yazısı epey gürültü kopardıktan sonra Bulaç’ın Zaman gazetesinde yazar olarak yerini aldığını; Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazandıktan sonra Ali Bulaç’ın, ona ‘fahri danışman’ olduğunu, bu danışmanlığın zamanla ticari bir ilişkiye dönüştüğü, ‘İstanbul Organizasyon’ adlı bir yapı içerisinde belediyeye bedeli karşılığında ‘Doğudan-Batıdan’ adı altında kültür projeleri geliştirmeye başladığı ve bu vesileyle yılların aykırı fikir-düşünce adamının parayla da tanışmış olduğunu, Bu süreçte ilkin yazdığı gazete Yeni Şafak’tan Zaman’dan gelen teklife, daha önce cemaatle arasına koyduğu mesafeye aldırmadan ‘olur’ dediğini, niçin ayrıldığını soran Yeni Şafak gazetesi patronuna da ‘Abi sen 400 veriyorsun, onlar 700 veriyor. Sen de 700 verirsen kalırım’ diyerek hayatında paranın kazandığı yeni rolü göstermiş olduğunu, izah ettikten sonra diyor ki yazar;
“Parayla arasındaki kontrolsüz ilişkisi Bulaç’ı gün geçtikçe pek çok dedikodunun da merkezine taşıdı. Umutla başladığı Tayyip Erdoğan danışmanlığı, ‘kontrol edemediği taleplerinden’ dolayı sekteye uğradı. Tayyip Erdoğan’la ilişkisini uzun yıllar ciddi uğraş vermesine rağmen bir türlü tamir edemedi. Erdoğan nezdinde kaybettiği ilgiyi, yakınlığı, saygıyı geri kazanmayı tüm uğraşlarına rağmen başaramadı. Tayyip Erdoğan’ın bu kararlı tutumu Ali Bulaç’ı çetin bir AK Parti muhalifi yaptı. Uzun yıllar AK Parti politikalarına sert eleştirilerde bulundu. Ama ne hikmetse bu sert eleştirilerin hiçbirini Zaman gazetesindeki köşesinde yayımlamadı. Hep başka mecraları tercih etti.”
Daha bu yazının mürekkebi kurumadan, Vakit yazarı Abdullah Büyük, “Evet” ve “Hayır” demek sıradan bir karar olamaz diyerek Ali Bulaç’ın bulamaç halini alan fikri bulanıklığını ortaya koydu. Onu takiben hocaların hocası Prof.Dr. Hayrettin Karaman, “Evet” demenin kaçınılmazlığını kaleme aldığı “Müslümanlar referanduma katılabilirler mi?” başlıklı yazısı ile hepimizin yüreğini tatmin eden bir yazı yazdı.
Ali Bulaç, asıl darbeyi yazı yazıp beslendiği gazetesi Zaman’ın “Evet” yönündeki yayınlarından yedi. Fethullah Gülen Hocaefendinin Pazar günü Zaman’da yayınlanan uzun açıklamasının kokusunu almış olmalı ki, elini çabuk tutup birgün önce alelacele “Neden evet?” başlıklı yazısı ile “bulamaç” halindeki referandum düşüncesini geride bıraktığını ve “Evet” demenin gerekliliğini yazdı.
Son olarak yine o yazımla aynı gün örtüşen Milli Gazete yazarı Müslim Coşkun’un Ali Bulaç için şu yazdıklarını da anmamız gerekir. Sayın Coşkun, “Yanlış insanlarla doğru bir iş yapmanın mümkün olmadığı açıktır. Siyasette, sanatta, edebiyatta ve daha birçok alanda bunun örnekleri oldukça fazla. Özellikle Müslüman camia içerisinde yer alan birçok isim, hiçbir kayda değer iş yapmadıkları halde üzerlerine kondurdukları ‘mühim adam’ etiketiyle yıllarca ümmetin ensesinde boza pişirdiler, insanların halis niyetlerini istismar ederek ikbal peşinde koştular. Her kritik dönemde ‘akıl hocalığına’ soyundular. Söylediklerinde dikkate alınacak bir taraf olmadığı halde, artistik pozlara bürünerek, gerdan kıvırarak, bütün bir sahteliğin üzerine bina kurdular ve yıllarca bunu ümmete gerçek diye yutturdular.” Doğru söze ne denir?…
Yorumlar kapalı.