Olay
çok yeni ve aradan geçen her saatte yeni yeni bilgilerin ortaya çıkması ile
Belçika’nın Başkenti ve aynı zamanda hem
Avrupa Birliği’nin hem de NATO merkezinin yeraldığı Brüksel’de 22 Mart Salı
günü terör örgütü DAEŞ tarafından gerçekleştirilen saldırılar sonucu 34 kişi
hayatını kaybetti.
Ajanslardan
sürekli akıp gelen bilgilere göre Belçika’da hayat toptan felce uğramış,
olağanüstü hal şartlarında toplumun tüm özgürlüklerine kısıtlamalar getirilmiş
bulunmaktadır. Bizdeki şarlatanlar gibi kimse “katil devlet” naraları
eşliğinde toplumu demoralize edecek söylem ve yayınlara teşebbüs etmiyor.
Bunlar işin bir başka boyutu.. asıl üzerinde durmak istediğim nokta,
Belçika’nın dünden bugüne Türkiye’ye karşı –ilan edilmemiş- bir hasmane tutum
içinde olması.
Bu
saldırı vesilesiyle tarihçilerimizin hatırlattığı; 21 Temmuz 1905’te Sultan
Abdülhamid’e Yıldız Camii “cuma selâmlığı” çıkışında
düzenlenen bombalı saldırıyı gerçekleştiren Belçikalı Charles-Edouard Joris’in
26 masum cana kıydığı tarihin notları arasında canlılığını koruyor. Bu
canlılığını korumasının nedeni, bizim “kindarlığımız” değil; ne
zaman Türkiye’de bir olağanüstü durum yaşansa “kanun kaçkını”
tiplerin sığınağı Avrupa ülkelerinin en ön sıralarında Belçika’nın karşımıza
çıkıyor olması.
Bu
son olaylar vesilesiyle Anadolu Ajansının derleyip yayımladığı bilgiler göre,
Türkiye’nin aralarında Sabancı suikasti sanığı DHKP/C üyesi Fehriye Erdal ve
PKK-KCK’nın Avrupa sorumlusu Zübeyir Aydar’ın da yer aldığı 30 teröristin
iadesi talep edildi, ancak bu taleplerin hiçbiri kabul edilmedi. Belçika’dan
talep edilen 20 teröristin PKK/Kongra-Gel, bir kişinin TKP-ML’ye, bir kişinin
DHKP/C’ye, diğerlerinin ise farklı terör örgütlerine üye olmaktan iadelerinin
talep edildiği ifade edilmektedir.
AA’nın
güvenlik kaynaklarından aldığı bilgiye göre, PKK’nın Avrupa ülkelerinde
rahat hareket ettiği ve ciddi destek bulduğu tezinden hareketle DAEŞ’e
bağlı çok sayıda hücrenin, önce terör örgütü PKK’ya sızıp daha sonra bu örgütün
referansıyla çeşitli AB ülkelerine gittiği tespit edildi.
Söz
konusu yöntemle çok sayıda DAEŞ militanı, Suriye ve Irak’taki PKK/PYD
kamplarında uzun süre kaldıktan sonra Avrupa ülkelerine gitmek üzere harekete
geçti. Bu militanların birçok ülkede gerçekleştirmek üzere terör eylemleri
planladıkları da iddialar arasında.. bu da yine bir başka boyut.
Hatırlayalım;
13 Mart günü gerçekleşen Ankara’daki PKK saldırısının tüm sıcaklığını koruduğu
o günlerde, Suriyeli Mülteciler gündemiyle Türkiye-AB zirvesi Brüksel’de
toplanmıştı. Toplantı salonunun hemen yanıbaşında da PKK’nın bir
propaganda/etkinlik çadırı kurulmuştu. Belçika’nın diplomatik nezaketle de
bağdaşmayan bu hoyratça tutumu minik bir krize de sebep olmuştu. Kriz sebebi
olan bu çadır, zirve süresince boşaltılarak kriz aşılmış, ancak zirveden sonra
yine aktif hale getirilmişti. “Başkan” Recep Tayip Erdoğan da
Belçika’nın bu ikiyüzlülüğüne sert tepki göstermişti. Brüksel saldırısından 4
gün önce bütün dünyaya yaptığı terörle mücadele uyarısındaki şu ifadeleri şimdi
yeniden okuma zamanı; “Brüksel’de veya AB’nin herhangi bir şehrinde bu
bombaların patlamaması için hiçbir sebep yok. Mayın tarlasında dans etmek
gibidir bu. Koynunuzda yılan besliyorsunuz. Beslediğiniz o yılan her an sizi de
sokabilir. Bombalar sizin şehirlerinde patladığında bizim ne hissettiğimizi
anlayacaksınız, ancak çok geç olacak”.
Belçika
hükümeti, Türkiye’nin en üst düzeyde ilettiği tepkilere rağmen terör örgütüne
yönelik tutumunu değiştirmemiş ve çadırı kaldırmamış üstelik zirveden sonra bir
de polis gücüyle koruma altına almıştı. Ancak DAEŞ saldırısından sonra Brüksel
polisi terör örgütü PKK yandaşlarından çadırı kaldırmasını istedi ve çadır
kaldırıldı.
Tüm
bu olup bitenleri bugünden geriye doğru irdelerken hafsalamın almadığı, durup
durup takıldığım nokta, Belçika’nın bir Avrupa Birliği üyesi olması. Avrupa
Birliğinin tüm kurum ve kuruluşlarının resmi görüş ve kayıtlarına göre de PKK
bir terör örgütü. Uluslararası camia ile beraber, üst kuruluşunuz Avrupa
Birliği’nin “terörist örgüt” listesindeki bir yapının eleman ve
sempatizanlarına bu hoşgörü ve müsamaha sınırlarını da aşan “barındırma
ve koruyup kollama” mantığını anlayabilmiş değilim.
Devam
edeceğim…
Yorumlar kapalı.