Her devirde olduğu gibi bu devirde de değişik kategorilere konulabilecek insan yapıları mevcut değil midir? Kimi zengin, kimi fakir, kimi aksiyoner, kimi miskin, kimi güçlü, kimi aciz, kimi sağlıklı, kimi hasta, kimi cömert, kimisi de cimri… Fakir olmak ayıp değildir şu fani dünya hayatında. Ancak olsa olsa miskinlik yapmak ayıp olarak karşılanması lazımdır. Ancak, bir büyüğün tanımıyla; “Ahir zamanda fakir Müslüman fâsık (günahkâr) Müslüman’dır” diyor. Böyle bir realite de var ki, unutmamak gerekir.
Demek ki devir ve şartların değişmesi karşısında bakış açıları ve duruşlarda fazla direnemeyerek değişime uğruyor. Fakirlik, daha çok iktisadi hayatla ilgili bir tanımlama olduğuna göre; çözümü de yine aynı alan içinde yapılacak düzenlemelerle mümkün. Bu düzenlemeler bazen kurumsal olarak yapılması gerektiği gibi temelde ise bireysel olmasının gerekliliğine inananlardanım. Niçin? Çünkü Allah çalışana veriyor da ondan! İnsan, Allah’ın gönderdiği hakikatlere inanmasa dahi; şayet çalışıyorsa o kişiye yine de almıyor mu çalışmasının karşılığını? Hem de Allah’ın (cc) esmalarının bir tecellisi olarak! Toplumsal açıdan bakıldığında ise; eskiden var olan borç alıp-verme müessesindeki karşılıksızlık ve beklentisizlik ölçüsünü, biz bugün, uygulama sahasında maalesef göremiyoruz. Ekonomik düzen içinde enflasyon diye bir realite ceplerimize girmiş, kemirip duruyor. Sadaka ve zekât müessesi de çoğunlukla rafa kaldırılmış.
Korona etkisine bağlı olarak bütün dünyada iktisadi bir daralma yaşandığında şüphe yoktur. İçinden geçtiğimiz şu günleri de fırsat bilmek için hatırlatma yapmaya gerek var mı bilmiyorum. Tekrarın faydasından hareketle; yüzleri gülmeyenlere yardım etmek en tabii bir gereklilik değil midir? Bir zamanlar; infak etmek, yardımlaşmak, fakirin ve düşkünün elinden tutmak bir erdem değil miydi? Şimdi ne oldu bu güzelliklerimize? Yerlerine hangi anlayışlar getirildi? Paraya taparcasına önem verildiği bir devirde, karşılıksız olmanın hiç imkânı var mı? Oysa parayı amaç edinmeden sadece araç görerek hareket edebilenler, paranın esiri olmayanlar değil midir? Maddiyatı amaç görmek, paraya uşaklık iken, araç görmek ise paraya efendilik yapmak anlamına gelmez mi? Elbette seçim yine insanoğlunun kendisine bırakılmış!
Kapitalist dünyanın, rasyonalist anlayışın ve emperyalist yaklaşımın doğurduğu sonuçlar değil midir, zamanımızda yaşanmakta olan ve tanıklık ettiğimiz şu ibretlik manzaralar? Borç batağındaki insanları canavarlaştırarak insanlık sıfatlarını bir bir ya da toptan kaybettiren gerçek sebep, başka hangi sistemin ürünü olabilir ki? Hz. Ali; “Borç mü’minin lekesidir” derken, kim sokmuş insanlarımızın fikrine; “Borç yiğidin kamçısıdır” diye böyle bir ölçü bozukluğunu? Borçlulukla yiğitlik kavramı birbirine bu kadar zıt kulvarlarda dururken, nasıl olmuş da bir arada örtüştürülmüş? Sormak isterim size; Borcu olanın yiğitlik yapma şansı var mıdır acaba? İcralık aileler, ipoteklere el konulması, hacizler, süresi on yıllara sarkan uzun vade ve yüksek faizli krediler bize bir noktayı işaret etmiyor mu? Ne dersiniz? Dağılan yuvalar, yaşanan acılar, cinnet hadiseleri, açlık, sefalet, fakirlik, kavga ve gürültüler kapitalist ekonomi düzeninin bize attığı kazıklar değil midir?
Öyle ise; fakir ve borçlu kaldığında hem dünyada hem de kabirde esir olacağını bilmeli insan. Fakirlik kendiliğinden ise bir kabahat değil iken, fakir olmak için yarış etmekten ve kendi sorumsuzluğundan ise kabahatlerin en büyüğü değil midir? Yine fakir düştüğünde şartların acımasızlığına teslim olmak, kolayı tercih etmek ve miskinlik yapmak, asıl kabahatlilik değil midir? Halbuki hadisi şerifte gerçek fakir için; “Zenginlerden beş yüz sene daha önce cennete gireceği’ müjdesi verilmişken…
Çok boyutlu küresel istilanın kurbanlarından olmamak dileğiyle. Kazancınız bereketli, işleriniz yolunda ve zenginliğiniz paylaşımcılığınız olsun.
Yorumlar kapalı.