Böyle insanların güzelleşen yaşamlarını neden aynı çizgide sürdüremediklerinin elbette pek çok nedeni vardır. Ancak bunların içinde bir sebep vardır ki, hepsinden önemlidir. O da, İslâm’ın kendi başına yaşanacak bir din olmadığıdır. Müslümanı ayakta tutan, kendisine destek olan iyi çevredir. Bu çevreden koptuğunda, ilk heyecanı onu bir müddet istikamet üzere tutabilir ama toplumun baskısına dayanamaz. Bir süre sonra kazanmış olduğu değerlerden fire vermeye başlar. Dayanma gücüne göre direnir, ancak o güzel ortamın içine tekrar kendisini alamazsa toplum onu kendisine benzetir.
Öyleyse insanın istikamet üzere bir hayata dönmesi çok önemli olmakla birlikte, belki ondan daha önemlisi, tevbe sonrasındaki güzel halini koruyabilmesidir.
Ayakları üzerinde duramayan ve bizden uzaklaşma emareleri gösterenlere karşı sorumluluğumuz var. Onlarla bağımızı koparmamamız gerekiyor. Zira unutulan insana birileri, bir çevre mutlaka sahip çıkar ya da nefsi ve şeytanıyla başbaşa kalır. Ayrıca insan yalnız olamayamadığından, bir arkadaş çevresine mutlaka ihtiyaç duyduğundan, kendisini yeni bir çevrenin içine atar. Biz onun etrafında olmazsak, birileri mutlaka olur.
Bu nedenle yakın arkadaş çevremizde ilgiye, dostluğun sıcaklığına muhtaç olan kardeşlerimizi kendi hallerine bırakmamak gerekir. Böyle insanları sadece etraflarında bulunan iyi arkadaşları ayakta tutar. Sürekli şevk ve heyecanlarının yenilenmesine ihtiyaç duyarlar. Oradan koptuklarında İslâmî değerlerden de uzaklaşırlar.
Bu noktada üzerimize düşen sorumluluğun ne kadar önemli olduğunu fark etmişizdir. İslâm’ı yaşamak kulluk görevimiz olmakla birlikte, bu güzelliği etrafımızda yaşatmak için çabalamak da sorumluluklarımız arasındadır. Bu nedenle, etrafımızdaki dostlarımıza gözlerimizi kapatamayız, onların yavaş yavaş bizden uzaklaşmasına, münker ortamların müdavimleri olmasına rıza gösteremeyiz.
Yorumlar kapalı.