Bu
köşede ne İslamofobi’nin (İslam korkusu) çıkış sebepleri ve gelişim evrelerine
ne de DAEŞ terör örgütünde ete kemiğe bürünüp uluslararası terörist bir
şebekenin beslendiği Selefi İslam anlayışı ile ona karşı sahih kaynaklara
dayalı İslam’ın özünü ifade eden Ehl-i Sünnet anlayışını karşılıklı artıları ve
eksileri üzerinden analiz edecek değilim. Bu yöndeki bir girişim hem beni aşar,
hem de bir köşe yazısının sınırları çerçevesinde düşünülemeyecek devasa çalışma/çalıştay
sonuçlarının telif edilmesini gerektirir.
Dikkat
çekmek istediğim nokta; çok uzak olmayan gelecek zaman diliminde dıştan enforme
edilecek İslamofobi ile iç dinamikleri kullanacak olan Selefilik arasında
yaşanacak psiko-sosyal sıkışmışlığı tüm ağırlığı ile taşımak zorunda kalacak
olan bugünün ergen ve genç kuşaklarının bu musibetlere karşı hazırlıklı bir
donanıma kavuşturulması, direnç kazanmaları yolunda gecikmeksizin adımlar
atılmasıdır.
Bu
her iki DAEŞ/Selefi musibetinin günlük yansımalarını hergün televizyon
ekranlarında ve gazete sayfalarında görüp okuyoruz. Korkarım, o kadar çok
dezenformasyon saldırısı altında hem olayları kanıksıyor ki, iç dünyamızda
olsun bir hesaplaşmaya girmediğimiz gibi, sıradan haber ve olgular gibi pasif
bir içselleştirme tuzağına düşmekte olduğumuzun farkında bile olamıyoruz.
Tek
çıkış yolumuz var; öncelikle anne-babaların ve eğitimcilerin çocukların/ergenlerin
geleceğinde etkin rol oynayacak, hayatlarına yön verecek –korkutan ve/ya cazib
görünen- tercihleri konusunda onların fikri ve fiziki donanımlarını tahkim
etmek. Doğrudan ve dolaylı, başta Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri
Başkanlığı olmak üzere ilgili tüm resmi kurum-kuruluş ve Sivil Toplum Örgütlerinin
de bu çabalara destek olma adına öncü rol almaları, farklı perspektif ve vizyon
geliştirmeleri gerektiği kanaatindeyim. Bu donanım kazandırma vizyonunun
gelişip yaygınlaşmasını ailede “iyi çocuk” yetiştirmeye, örgün
eğitimde “sınav başarısına” endekslemek düşebileceğimiz en vahim
hata olacaktır.
Artık
günümüzde sadece sokaklar değil; bilişim çağının sunduğu akıllı telefonlar,
İnternet siteleri, sosyal medya uygulamaları hayal edebileceklerimizden çok
daha fazla ve karmaşık tehlike ve tuzaklarla dolu. Bize son derece masum gibi
görünen programların zihin okuma tekniklerinden alın beyin yıkamaya kadar varan
handikaplar barındırdığını bu alanların uzmanları ifade ediyor. Bunun en bariz
örneği DAEŞ terör örgütünün dünyanın her yerinden/her ülkeden eleman
devşirmede, insan kaynaklarını beslemede hiç zorlanmamasında görüyoruz. Merkezi
Suriye’nin Rakka kenti olan bu örgütün binlerce kilometre uzaktan; Avustralya,
Japonya, Belçika, Fransa, İngiltere, Afrika ülkeleri, ABD, Rusya gibi her
kıtadan eleman devşirmesi, bu elemanlardan ihtiyaç kadarına canlı bomba olmaya
gönüllü eleman motivasyonu kazandırmasını ortalama bir akıl yürütme ile izah
edebilir miyiz? Sanırım cevabımız; hayır. Öyleyse öncelikle bu motivasyonu
sağlayan faktörleri derinlemesine ve genişlemesine irdeleyecek ortak akıl
çabalarına ihtiyacımız var.
Sözün
burasında, Diyanet İşleri Başkanı Prof.Mehmet Görmez hocamızın “İnsanlar
IŞİD’in, El Kaide’nin dünyaya takdim ettiği şiddet üzerinden İslamiyet’i
okumaya başladı. Bunun önüne geçmek için İslam dünyasının neye ihtiyacı var?” sorusuna
verdiği cevaba kulak vermek lazım. Bu soruya Sayın Görmez, “İslam
dünyasının karşı karşıya kaldığı en büyük tehlike; tarih boyunca medeniyetler
üreten İslam anlayışının şiddetin ve savaşın gölgesinde ortaya çıkan
ideolojilerin tehditi altına girmiş olmasıdır. Bütün Müslümanların,
eğitimcilerin, hocaların üzerinde durması gereken konu budur. Yüzyıl içinde
açıkça anlaşıldı ki; okullarda, mekteplerde öğrettiğimiz İslam, tarih boyunca
Peygamberimizin, sahabelerin, âlimlerin kurduğu medeniyetler üreten o ana
yoldan uzaklaşmaya başlamıştır. Selefilik adı altında son 50 yıl içinde İslam
dünyasında ortaya çıkan öğretinin İslam’a ve Müslümanlara maliyetinin, buradan
neşet eden ideolojilerin İslam’ı ve Müslümanları nasıl tehdit ettiği bütün
yönleri ile ele alınması gerekiyor. Bunu dikkate alarak müfredatımızı yeniden
gözden geçirmemiz gerekiyor. Aksi takdirde Osmanlı’nın yıkılışında kullanılan
bu ideoloji, şimdi de İslam dünyasını top yekûn tahrip edilmesinde kullanılmaya
başlandığını çok iyi tespit etmek gerekir. 100 yıl sonra aynı oyun şekil
değiştirerek yeniden oynanıyor” diyerek
bizi uyarıyor.
Yorumlar kapalı.