Tarihi kaynakların bize gösterdiği, bilinen insanlık
tarihi sürecinde kurulan onlarca imparatorluğun uzun ve sancılı geçen asırlık
mücadeleler sonucu kuruluşlarını tamamladıklarını, egemenliklerinin zirvesine
ulaştıktan sonra da kiminin asırlar süren bir zaman diliminde kiminin ise
birkaç on yılda hızla çöktüğünü görürüz.
İlk etapta aklınıza gelebilecek herhangi bir
imparatorluğun tarih sahnesine çıktığı kuruluş ve sahneden çekildiği yıkılış
sürecini birkaç ansiklopediden karşılaştırmalı olarak okursanız, bunu
rahatlıkla görebilirsiniz. Hemen aklımıza geliveren; Roma, Çin, Hun, Göktürk,
Mısır, Endülüs, İngiliz, Avusturya-Macaristan, Rus, Hind, Japon, Endülüs Emevi,
İran-Pers, Karahanlılar, Safevi, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, Osmanlı ve
son imparatorluk Amerika Birleşik Devletleri.. hangisini incelerseniz
inceleyin, çöküş süreçlerinin bugün yeryüzündeki –adı imparatorluk olmayan
imparatorluk- Amerika Birleşik Devletleri’nin yaşadığı benzer süreçler sonunda
kiminin büzüşerek küçülme, kiminin başka güçlerce oluşturulan yeni yapılanmalar
içinde asimile edilerek tarih sahnesinden çekildiklerini, kimilerinin de ad ve
hegemonik yapılarını çağın gereklerine göre yeni bir anlayışla değiştirerek
–örneğin Japon veya İngilizlerin domine ettiği Birleşik Krallık gibi- varlıklarını
sürdürdüklerini görmekteyiz.
Hepsi
bir yana, üzerinde durmak istediğim ve dominant bir güç olarak, özellikle
20’nci yüzyıla damgasını vuran Amerika Birleşik Devletleri’nin 21’nci yüzyılın başından itibaren son onbeş
yılda süratle güç kaybettiği gerçeğini tespit etmek. Soğuk Savaş dönemi
dediğimiz 20’nci yüzyılın iki kutuplu dünyasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler
Birliği’nin dünyaya korku salan yayılmacı politikalarına karşın, NATO konsepti
bağlamında tüm müttefiklerini ve müttefik coğrafyaların çeperinde bulunan -çoğu
yapay- devletçikleri bir hizada tutma, onlara müstemleke muamelesiyle bir konum
belirleme yetkisi ABD’nin tekelindeydi. Hegemonyası altına aldığı ülke ve
bölgelerin tüm yer altı ve yerüstü kaynaklarını emperyalist bir yaklaşımla
sonuna kadar sömürürken, bu kaynakların artıklarına razı olan ülkelerin
elindeki son ekonomik varlıkları da Amerikan savaş endüstrisinin itici gücüyle
oluşan çatışmaların silah, mühimmat ve lojistik desteği karşılığında kendi kâr hanesine kanalize etmekten hiç ama imtina etmedi; utanmadı, sıkılmadı,
vicdan azabı duymadı.
İşte tüm bu rezil anlayışlarının sonunda, ekonomik,
siyasi ve askeri gücün ayakta tuttuğu imparatorluklarının son evresini/çöküş
sürecini yaşıyorlar. Bu tespitin çok iddialı olduğunu düşünen okurlarıma bazı
olayları hatırlatmak isterim; Ortadoğu’da İsrail’in onaylamadığı hiçbir
Amerikan projesinin hayata geçirilemediğini, İsrail’in tasavvur ettiği hiçbir
projenin de ret edildiğini göremezsiniz. Özellikle son başkan Obama döneminde
Amerika Birleşik Devletleri İsrail’in şamar oğlanına dönmüştür. Avrupa-Asya kuzey
hattında Ukrayna, Kırım, Gürcistan gibi öne çıkan çatışma alanlarında ne
Avrupalı paydaşlar ABD’nin rotasını takip edip Rusya ile doğrudan karşı karşıya
gelebildiler ne de ABD, o dev zannedilen gücünü sahaya ve masaya yansıtabildi.
Asyanın batı yakasında İran’la aynı yatağa giren ABD, Kuzey Kore’nin savaş
tehditlerini kınamaktan öteye bir varlık gösteremiyor. Çin ve Japon ekonomik gücü karşısında rezerv
para Amerikan Dolarını ayakta tutabilmek için durmadan tahvil ihraç ederek
borçlanıyor. Ve Putin liderliğinde yeniden toparlanan Rus gücü karşısında
kelimenin tam anlamıyla bir kof kabadayı olmanın ötesine geçemiyor.
Sözün özü, “Bugünden sonra İmparatorluğun
çöküşünü izleyeceksiniz”. Hatırladınız değil mi? Bu söz daha üç yıl
kadar önce ABD büyükelçisi tarafından
bizim için dillendirilmişti.
17 Aralık 2013 sabahı başlayan rüşvet operasyonun
ardından bu işin arkasında ABD ve İsrail’in olduğu iddia edilmiş ve iddia
Nisan’da Amerikan Kongresi’nden 47 milletvekilinin yazdığı bir mektuba
dayandırılmıştı. Aynı gün bir grup AB
büyükelçisiyle büyükelçilikteki yemekte buluşan ABD elçisi Ricciardone’un “Bugünden
sonra İmparatorluğun çöküşünü izleyeceksiniz” sözü ifşa olunca Türkiye
ABD arasında diplomatik –orta ölçekli- bir krize sebep olmuştu.
ABD Büyükelçisi Frances Ricciardone’nin bu itirafından
bir gün sonra kankası CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile yemek yemesi de
dikkat çekmişti. İkilinin görüşmesinin bununla sınırlı olmadığı, Kılıçdaroğlu
ve ABD Büyükelçisinin ekim ayında da CHP yönetiminden bile gizli tutulan
-tercüman haricinde kimsenin bulunmadığı- bir görüşme daha yaptıkları ortaya
çıkmıştı.
İşte o günlerde CHP’nin zor durumda kaldığını fark
eden Ricciardone durumu toparlamak için “Geçen ay da Washington’da CHP’yi
ağırlamıştık” diyerek parti kurmaylarıyla sık sık bir araya gelip özel
görüşmeler yaptığını itiraf etmişti.
Evet, Ricciardone’nin AB’li dostları ile Kılıçdaroğlu’na
muştuladığı(!) “İmparatorluğun çöküşü” gerçekleşmedi ama, o
imparatorluğun temellerine dinamit yerleştirenlerin çöküşünü hep birlikte
izliyoruz.
Yorumlar kapalı.