İnsanın bitmek tükenmek bilmeyen ihtirası,
her şeyi hoyratça tüketip dengeleri bozduğu gibi, bilgi ve ihtiyaç arasındaki
dengeyi de maalesef bozmuş bulunuyor. Kütüphaneler dolusu bilgi, ama “ne
ararsan bulunur; derde devadan gayrı” türünden. İnsan, saadetine vesile olacak
bilgiyi yanlış yerlerde, yanlış usullerle arıyor. Bu şaşkın ve usulsüz arayış
da günbegün onu huzura götürecek bilgiden uzaklaştırmakta.
O, yani insan, varlıkların sırlarını
keşfetti. Atomu parçaladı. Genlerle uğraştı. Bilim tarihi boyunca ölüme çare
olacak bilgileri arayıp durdu. Kendisini evrene hakim kılacak ve
tanrılaştıracak bilginin peşinde koştu. Evet, çağın bilgisi üstün bir teknoloji
doğurdu ve bu teknoloji hayatın birçok alanında kolaylık sağladı, ama insanlık
halâ mutsuz değil mi? Laboratuarlardaki bilginin insanlığa saadet getirmeye
yeterli olmadığını, artık o bilgiyi üretenler de itiraf etmekte. Buna rağmen
insanlık, halâ bu bilgiye güvenmekte. Hem de öyle güvenmekte ki, öldükten sonra
dirilmeyi aklına sığdıramadığı için ahireti inkâr ederken, bir gün bilimin
hayatı sonsuzlaştıracağına inanıyor.
Belki de içindeki ebediyyet hasretini
böyle avutuyor. Allah için zor gördüğünü, modern bilim için gayet kolay
buluyor. İnsanlığın gerçek kurtarıcıları olan peygamberlerin tebliğ ettiği
hakikatleri de bilim dışı olarak mütalâa ediyor. Böylesine çelişkiler
girdabının ortasında bocalamak, insanlık için büyük bir trajedi değil mi?
Modern bilgi toplumu söyleminin
arkasındaki biricik maksat dünya. Bu yüzden insanoğlu bilgiyi de
dünyevîleştirdi. Ona göre ahiretten bahseden ve insanı Allah’a çağıran
peygamberlerin haberlerine dayalı ilimler artık geçer akçe değil. Dinin tebliğ
ettiği hakikatler ile öteleri unutmuş, insan aklının savaşında akıl, sahte bir
galibiyet yaşıyor.
Çağdaş bilgi, hayatı yalnızca dünyada
yanıp sönen bir kıpırdanış olarak algılatma sevdasında. Bu faniliğe ikna
olmayanlar için de reçete hazır: Öldükten sonra da bir bitkide, bir farede, bir
böcekte hayat bulma hurafemiz de mevcut. O da mı olmadı? Ruhlarımız
olgunlaşıncaya kadar farklı bedenlerde ölüp ölüp dirilecekmişiz. Yani ahiret
gerçeği hariç, nabza göre masal! Ahirete zaten inanmayanlar için belki romantik
bir teselli bu, ama ya hakikate susamış kalpler için?
Bu masallara inananlarda, aslında Allah’tan,
imandan ve ebediyetten kaçan insanın trajik şaşkınlığı okunmakta. Kur’an ve Sünnet’ten habersiz, öteleri inkar ederek
üretilen bilgi, insanlığın sonsuzluk sevdasını öldürüyor. Hayatın acı
sürprizleriyle karşılaşan insana sabrı ve sabrın selâmet olan sonunu asla
gösteremiyor. Sabrın bir ibadet olduğunu hangi psikoloğun kitabında
bulabilirsiniz? Oysa Kur’an’da sabredenlerin sonsuz ecirlere kavuşacağı haberleri vardır. Bu
bilgi sayesinde sabrın acısı, inanan insana bal tadında gelir. Hoşçakalın.
Yorumlar kapalı.